İlyada, çok geniş bir anlatı arkadaşlar. Evet, elimizde altı yüz sayfalık tuğla gibi bir kitap var ama ben geniş derken bundan bahsetmiyorum. Ben, bu kitabın on yıllık bir savaşın ortasına bizi bam diye atmasından bahsediyorum. Yani evet, uzun bir kitap fakat bununla da bitmiyor. İlyada’nın geniş bir anlatıma sahip olması, anlatacağı birçok şeyin de olduğu manasına geliyor aslında. Yalnız Achilles gibi efsanevi karakterlere değil, onun gibilerle birlikte gelen birçok temaya ve birçok motife de sahip. Dediğim gibi, birçok şeyi anlatıyor, böylece anlatmak istediği şeyleri daha kısa yöntemlerle anlatan bazı semboller de içeriyor.
Bugün bunlardan birisi, benim de İlyada’da en çok dikkatimi çeken sembol hakkında konuşacağım. Bize İlyada’ya hakim olan temalardan ikisini, yani savaşın acımasız soğuğunu ve onun tam zıttı olan ailenin ve sevginin karşılıksız sıcaklığını aynı düzlemde gösteren, yalnızca Achilles’in ikilemini değil ayrıca sıradan bir savaşçı ve hatta sıradan bir vatandaş için hayatın gerçeklerini göz önüne seren bir sembolden, Achilles’in kalkanından bahsediyorum.

İlyada’yı okuduysanız gözünüze çarpmaması imkansız zira on sekizinci kitapta uzun uzun bahsediliyor bu kalkandan. Hadi her şeyden önce biraz teknik konuşalım: Homeros’un bu kalkanı böylesine betimlemesi, bir “ekphrasis” örneği aslında. Bundan neden bahsediyorum? Çünkü bir ekphrasis örneği dediysem de edebiyat içinde yeri büyük: Bu betimleme, bilinen ilk ekphrasis örneği.
Neymiş ekphrasis? Esasında “tasvir etme” gibi bir anlama gelen ekphrasis, görsel olarak önemli olan şeyleri sözle anlatma sanatına deniyor. Yunanca bir tabir tabii, artık pek kullanılmadığını düşündüyseniz hatalı değilsiniz. “Ekphrastik şiir” dediğimiz bir kavram var hatta: Bütün bir şiir, bir manzarayı veya bir sanat eserini tasvir ediyorsa o şiire “ekphrastik” diyebiliyoruz. Peki bu tür tasvirler neden yapılır? Yani, okuyucunun mesela bir kalkanın şeklini ve şemalini bilmesi neyi değiştirir? Açıklayalım hemen: Ekphrasis yapılan nesne hikâye içinde büyük önem taşır, arkadaşlar.
Eğer bir nesne, sizin anlatınız içinde önemli bir yer tutuyorsa siz, bir yazar olarak, o nesneyi elinizden geldiğince anlaşılır ve estetik olarak memnun edici bir biçimde betimlemekle yükümlüsünüz. Achilles’in kalkanının yüz otuz satır boyunca tasvir edilmesinin sebebi de bu olsa gerek. Önemli bir şey demek ki. Koskoca yazıyı şurada özetledim yahu. Evet, Achilles’in kalkanı önemli bir şey. İzin verin, açıklayayım.
Her şeye rağmen şuraya küçük bir altyazı geçmek istiyorum: Takdir edersiniz ki Achilles’in kalkanı birçok farklı şekilde yorumlanıyor. Bu yazıda benim yapacağım yorumun, muhtemelen binlercesinden yalnızca biri olduğunu unutmamak gerek.

Savaşta yer almayı reddeden Achilles, kendisi yerine savaşa gitmek isteyen can dostu Patroclus’a zırhını verir. Böylece onun yerine Akhalı askerlere liderlik yapmaya Truva Savaşı’nın ortasına giden Patroclus, Truvalıların şampiyonu büyük savaşçı Hector tarafından öldürülür. Hector, onun üzerindeki zırha da savaş ganimeti olarak el koyar. Patroclus’un ölüm haberini alan Achilles çıldırır, onun intikamını almak için savaşa gitmeyi kafasına koymuştur fakat savaşa gitmek için sahip olması gereken en önemli şeyi, yani zırhı Hector’un elindedir. O da bir nymph olan annesi Thetis’e gider. Thetis, Hephaestus’tan oğluna bir zırh yapmasını rica eder. Hephaestus da onun bu isteğini kabul ederek Achilles’e efsanevi bir kalkan yapar.
Anlayacağınız aslında bu kalkan, savaşın ve sevginin tam ortasında duruyor. Patroclus’a duyduğu sevgi yüzünden kendini savaşın ortasına atmak isteyen bir Achilles’ten bahsediyoruz, fark ettiniz mi, bu iki tema nasıl da bir kalkanın üzerinde buluşmuş oldu!
Kalkanın geneline bir göz attık, şimdi daha spesifik kısımlara geçelim. Bu kalkanın benim inceleyeceğim spesifik kısmında ekphrasis, iki farklı şehir tasvirini anlatıyor. İkiye bölünmüş bir şehir düşünün, bir taraftaki şehirde evlilik ve düzen varken öbür tarafta savaştan kavrulmuş bir görüntü mevcut. Achilles’in ikilemi dediğimde kastettiğimi anladınız mı? Achilles’in tercih edebileceği ama arkasında bıraktığı hayat bir tarafta, seçmek zorunda hissettiği hayat öbür tarafta.

Doğru, Achilles savaşa hiç gitmeyip memleketinde evlenerek düzen içinde yaşayabilirdi fakat bu defa savaşın getirdiği şan ve şöhretten mahrum kalacaktı. Şan ve şöhret, bir Yunan savaşçısı için hayatın tam merkezinde bulunuyor dostlarım. Yani eğer bir savaş varsa gidilecek, savaşılacak! Sevgiyi tercih etseydi, hayatındaki en önemli kavramı, şanını yitirecekti. Diğer taraftan savaşı seçtiğinde de takdir edersiniz ki şefkatten ve sevgiden mahrum kalıyor. İşte Achilles’in ikilemi!
Eh, hayat da böyle değil midir? Demiştim ya, bu kalkan biraz da hayatın kendisini yansıtıyor gibi.
Yaptığımız her seçim bir vazgeçiştir diyoruz ya, boşuna değil. Bu iki seçim arasından hangisinin doğru olduğuna objektif bir şekilde karar vermek mümkün değil. Hayat aslında bizim yaptığımız seçimlerden ibaret: İstediğimiz şeylere kavuşurken aslında farkında olmadan bir diğerini kendi ellerimizle itmiş oluyoruz. Achilles, savaşı seçerek sevgiyi elinin tersiyle itti. Patroclus’un, canından çok sevdiği dostunun, sonunu bir savaş getirdi.
Kalkanı da ona bir hatıra işte. Achilles’e kaybettiklerini ve seçtiklerini hatırlatan bir sembol esasında. Ne diyelim, Homeros, bu kalkanı tasvir etmek için nefesini boşuna tüketmemiş, değil mi?
Diğer Yunan mitoloji yazıları için kategorimizin linkini bırakıyorum buraya!