Capitol ve 13. Mıntıka arasındaki savaşın son aşamaları. 13. Mıntıka’dan küçük bir isyancı gruba liderlik eden Katniss Everdeen, propaganda klipleri çekmeyi bırakarak Capitol’un başkanı Snow’u öldürmeye gidiyor. Başkanlık sarayına girebilmek için bubi tuzaklarını, muttaları (genetiği ile oynanmış canavarları) ve onlarca askeri geçiyorlar. Hatta önemli karakterler ölüyor! Ama önemli değil çünkü grubumuz başkanlık sarayına gittikçe daha fazla yaklaşıyor! Çok az kaldı, Katniss sarayın dibinde ve… BAM! Diğer isyancılar ortaya çıkıyor, bir yerleri patlatıyor, Katniss bayılıyor ve biz ekranda görmeden isyancılar savaşı kazanıyor. 2015’te çıkan son Açlık Oyunları filminden bahsediyorum. Evet, ilk izlediğiniz zaman bu sona muhtemelen çıldırdığınız filmden. Filmi ilk izlediğim zaman ben de bu sona sinirlenmiş, “Ne anlamı kaldı ki?” demiştim. Ama şimdi geriye dönüp bakınca yerinde, harika bir karar verilmiş olduğunu düşünüyorum.
“Seçilmiş Kişi” klişesine aşinasınızdır. Hani “Kehanet seni seçti! Bizi sen kurtaracaksın, sen çok iyisin, sen mükemmelsin, sensiz hiçbir şey yapamayız!” denilen ya da doğaüstü güçlere ve/veya yeteneklere sahip kişilerin filmin konusu neyse onu yaptığı klişeden bahsediyorum. Tam olarak böyle olmasa bile izlediğimiz çoğu şey bu seçilmiş kişi klişesiyle az çok bağlantılı. Ana karakter genelde birden fazla kişi değildir ve bu kişi efsanevi şeyler yapacaktır çünkü yapmazsa biz neden izleyelim ki?
Bu klişenin bu kadar tercih edilmesinin asıl sebebi bahsedilen medyayı izleyen/okuyan kişilerin, kendilerini de medyayı tüketirken seçilmiş kişi gibi hissetmeleri ve kendilerini iyi hissetmeleridir. Yanlış anlamayın, seçilmiş kişi klişesini kullanan film, dizi, kitapların hepsine kötü demiyorum. Bu klişeyi kullanarak yapılan çok iyi ya da en azından eğlenceli şeyler var, örneğin Matrix.

Ama bu klişenin kötü bir yanı var, o kadar yaygın ki altında yatan ideoloji – birinin gelip bizi kurtarması gerektiği – sosyal değişim konusundaki düşüncelerimizde de kendine yer buluyor ve bence devrim konulu dizi/film/kitaplarda bu klişenin çok yaygın olması bu yüzden çok garip. Mesela Matrix’te isyancıların tek işi, Neo onları kurtarana kadar ölmemek. Medyada bu tarz durumlar bize “Kurtarıcınız gelip sizi özgür bırakana kadar ölmeyin, isyan etseniz de siz zaten bir işe yaramıyorsunuz.” mesajı veriyor.
Ve bir de Açlık Oyunları var.
Katniss Everdeen’i “Seçilmiş Kişi” olarak görebilirsiniz ancak dikkatli bakarsanız düşüncenizin yanlış olduğunu fark edersiniz. Katniss’in amacı Panem halkını kurtarmak değil, kardeşini kurtarmaktı ve her şey böyle başladı. Katniss’ın isyan çıkarması kaderinde yoktu, amacı bile değildi. Ama davranışları, kendisi olması mıntıkaları isyana itti ve mıntıkalardaki insanlar onu demokratik bir şekilde, kendi istekleriyle isyanın yüzü olarak seçtiler. Katniss’ın çoğu filmde gördüğümüz seçilmiş kişiden farkı da bu işte.
İlk kitapta Rue öldüğü zaman Katniss’ın ona merhamet göstermesi, ilk isyankar hareket olarak gösterilebilir. Bu Açlık Oyunları ve merhamete yer olmaması lazım. Birliğe yer olmaması lazım. Mıntıkların birbirine düşman olup bireylerin kendileri için savaşması lazım. Ama Katniss, Rue’ya merhamet göstererek mıntıka halklarına başkente karşı bir olabileceklerini gösteriyor ve daha sonra 11. Mıntıkada (Rue’nun mıntıkası) isyanların başladığını görüyoruz. İlk kitaptaki ikinci büyük isyankar hareket ise oyunların sonunda Katniss’ın Peeta’yı öldürmek istemeyip Capitol’e karşı durması ve Capitol’ü son dakika kural değişikliğine zorlaması. Bu hareketiyle Capitol tarafından sömürülen mıntıka halkına beraber durup, birlik olup, Capitol’e karşı çıktıkları zaman Capitol’ün kuralları değiştirmek zorunda kalacağını gösteriyor.

Capitol’ün insanları zengin. Mıntıkalardaki insanlar ise fakir. Ve Açlık Oyunları ise ülkenin politik yönetimine yerleştirilmiş, fakir halkın katliamı. Filmlerde Capitol ve mıntıkalar arasındaki sınıf farkı açıkça belirtilse bile kitaplarda fakir halkın kapitaliz- pardon Capitol/Açlık Oyunları tarafından nasıl sömürüldüğünü anlatmak için daha fazla zaman harcanıyor. Filmlerde Capitol halkının oyunlarda olmadığı anlatılıyor ancak yeterince üstünde durulmayan, en azından kitaplarda daha fazla anlatılan bir şey de zengin mıntıkalardan gelenlerin hayatları boyunca eğitilmeleri ve bu yüzden Açlık Oyunları’nı kazanmaları için çok daha fazla şansa sahip olmaları. Katniss’ın oyunlarda şansı olmasının tek sebebi önceden illegal bir şekilde avlanıyor olmasıydı. Hatta fakir mıntıkalardaki daha zengin kişilerin oyunlara gitme şansı bile daha az. Çünkü oyunlara adını daha fazla yazdırmak karşılığında ailen için yiyecek alabiliyorsun. Kısacası eğer fakirsen hayatta kalabilmek için canını tehlikeye atmak zorundasın. Yani Açlık Oyunları’na giden kişiler genellikle sadece fakir değil, fakirin de fakiri.
Yani elimizde sınıfsal farklılıkların çok belli olduğu, her an kızışmaya hazır bir toplum var. Katniss ise bu toplumu istemeden kızıştırıyor. Açlık Oyunları’nda günü kurtaran bir kahraman yok, hatta serideki başkanlar tarafından kullanılan bir piyon var. Başkan Snow onu isyanı yatıştırmak, Başkan Coin ise mıntıkaları birleştirmek için kullanıyor. Bu da Katniss’ı olsa olsa “Seçilmiş Kişi” klişesinin özel bir versiyonu yapıyor. Daha önce gördüğümüz karakterlerin seçilmişliğiyle değil, halkın toplu seçimiyle “Seçilmiş Kişi” olan bir karakter var karşımızda. Katniss güçlü biri çünkü herkes onun güce sahip olduğuna inanıyor. Serideki kişilerin ona “Seçilmiş” gibi bakma sebebi bu.

Katniss ise bu ünü insanları isyana çağırarak kullanıyor, onları bir olmaya çağırarak. Bunun sonucunda medyada çok görmediğimiz bir şey görüyoruz: Bir direniş hareketinin oluşturulması. Filmlerden çok kitaplarda görebiliyoruz bu hareketin detaylarını. İnsanlar isyana başlıyor. İsyanlar filmde insanların artık durumu kabul etmediğine dair göstergedir. Ama kaç filmde, dizide isyanlar olduktan sonra bunun sonuçlarını izlediniz? Açlık Oyunları’nı diğer “İsyan etme zamanı!” filmlerinden/dizilerinden ayıran şey, bizlere isyanların ertesi günü ne olduğunu göstermesi. Joker filmi isyanlarla bitiyor, ne olduğunu göremiyoruz. Sadece Joker’de değil, çoğu isyankar medyada bu böyle. Bu isyankarlığın ulaşılabilir politik hedeflere dönüştürüldüğünü göremiyoruz. Aynı şekilde Star Wars orijinal üçlemesi de isyanın başarısıyla bitiyor ve hikaye orada sona eriyor (Sonradan devam ettirilen medya ayrı bir konu) ve V for Vandetta filmi ve Purge serisinde de benzer şeylere rastlayabiliyoruz. Sonraki dünyada neler dönüp bittiğini bilmiyoruz.
İsyanlar, sosyal değişim için harika araçlardır ve devrimlerin başıdır ama olaylara bir fotoğraf olarak baktığımızda tamamı değildir. Kullanabileceğimiz başka araçlar da vardır. İkinci ve üçüncü kitaplar bu direniş hareketinin oluşturulmasını anlatıyor. En başta sembolik hareketlerle (Rue’nun cenazesinden sonra üç parmaklı selamlama, oyunlara gitmeden önce haraçların el ele tutuşması) daha sonra medyayı kullanıp propaganda yaparak insanları bir araya getiriyorlar.
İlk paragrafta bahsettiğim sahneyi bunları fark ettiğimden beri seviyorum. Eğer sahne o şekilde ilerlemeseydi, direniş hareketi başlatmanın manası ne olurdu? Açlık Oyunları bize toplu eylemin önemini anlatan bir hikaye veriyor, bunu çok mükemmel bir şekilde yapmıyor olsa bile. Ama Açlık Oyunları bize popüler medya arasından bir hareket oluşturmak için ne gerektiğini en iyi anlatan kitap/film serisi. Medyamızda toplu eylemden bahseden kurguların yeterince bulunmadığını düşünüyorum. Umarım yakında daha fazla bu konuda kitap/dizi/film vb. görürüz çünkü buna çok ihtiyacımız var.