Ağlayan Melekler (Weeping Angels) karşımıza ilk kez, çoğu Whovian’ın en sevdiği bölümlerden Blink’te çıktı. Evrende bir avcı misali dolaşan ve çeşitli canlılara dokunup onları zamanda geri yolladıklarında oluşan potansiyel enerjiden beslenen bu yaratıkların, yapıları gereği Doctor Who gibi zaman yolculuğu odaklı bir diziye çok yakıştıklarını düşünmüştüm ilk izlediğimde. Moffat’ın henüz Doctor Who’ya kayyum olarak atanmadığı dönemde yarattığı bu harika bölüm kötüsünü (antagonist) daha sonra kendi elleriyle nasıl daha güçlü, daha büyük ve daha saçma yaparak yok ettiğinden bahsedeceğim bu yazıda.
Blink’ten sonra iki hikayede daha bölüm kötüsü olarak gördük Ağlayan Melekler denilen canavarları. Ancak bu hikayelerde Ağlayan Melekler, kendilerini sıradışı ama bir o kadar da Doctor Who’ya uygun yapan özelliklerini neredeyse tamamen kaybettiler. Ama bunları daha iyi açıklayabilmek için önce “Blink” ve Ağlayan Melekler denen kötüleri etkileyici kılan şeylerden bahsetmek lazım.

Gözlerini sımsıkı kapat!
Blink’te tanıştığımız Ağlayan Melekler, birileri tarafından gözlemlendiklerinde var olmayan, hiç kimse onlara bakmadığında ise çok hızlı hareket edebilen canlılar. Hatta birbirlerini bile görmemeleri gerektiğinden elleriyle gözlerini kapattıkları için ağlıyormuş gibi görünüyorlar. İsimleri de bu hareketten geliyor. “Neden bedenleri birbirlerini kilitlemeyecek şekilde evrimleşmemiş?” ya da “Neden sadece göz kapaklarıyla gözlerini kapatmıyorlar?” diye sormuyoruz çünkü Doctor Who evrenindeyiz ve Ağlayan Melekler imajı gerçekten aşırı havalı. Her neyse, belki de bu özelliklerinden dolayı, evrenin çeşitli noktalarında tek tük gruplar halinde “avlanan” bu yaratıklar, diğer canlılara dokunup onları zamanda geri yolluyorlar. Ve bu sayede oluşan “zaman potansiyel enerjisi” ile besleniyorlar.
Buraya kadar her şey mükkemmel. Yukarıda saydığım tüm özellikleri Ağlayan Melekler denen canavarları seyirci için korkunç, kurgu içinse harika yaratıklar yapıyorlar. Ki bu sebeplerle hepimiz Blink bölümüne bayılıyoruz.
Blink’te çok saçma bulduğum ve “Ne gerek vardı şimdi buna?” diye düşündüğüm tek olay ise bölümün sonlarına doğru bir meleğin, tavandaki ampulü parmağıyla işaret ederek söndürmeye başlamasıydı. (Keşke tüm ampuller bu kadar basit söndürülebilse gerçekten.) Ama bu daha sonra gelecek saçmalıkların yanında ufacık kalıyor. Moffat topu eline alıp başyazar olduğunda kendi yarattığı Ağlayan Melekler kurgusunun sonunu yine kendi getiriyor.
Çok daha kalabalık, çok daha güçlü ve çok daha saçma…
Çok sevgili Doktor’umuzun Ağlayan Melekler ile bir sonraki kapışması yeni yeni tanımaya başladığımız River Song ve Amy ile birlikte uzak bir gezegende geçiyor. “Time of Angels” ve “Flesh and Stones” bölümlerinin genel problemlerini ve iyi yanlarını bir kenara bırakıp direkt ana kötülerimize odaklanıyorum.
Ağlayan Meleklerin tek tük, başı boş avcılar olarak evrende dolaşıyor olması ve şehrimizdeki herhangi bir heykel gibi görünüyor olması onları çok ürkünç kılan özellikleriydi. Ama bu bölümlerde Meleklerin de Dalekler gibi imparatorlukları var. Artık Ağlayan Melekler, gelişmiş, sıradan ve alışılagelmiş bir Doctor Who “kötü uzaylı ırkı” halinde. Blink bölümünde dört tanesi birbirine baktığı için sonsuza kadar kilitlenen canlıların, yüzlercesinin devasa bir tapınağın içinde, bir arada yaşaması çok anlamsız. Sayıca daha fazla Melek daha korkunç olmuyor, aksine kahramanlarımız Meleklerden koşarak kaçtığında hikayenin inandırıcılığını azaltıyor.

Ağlayan Melekler enflasyonu dışında bu bölümlerin Melekler açısından en kötü yanlarından biri de “Meleklerin resmini tutan şeyler de melektir.” ve “Eğer meleklerin gözlerine uzun süre bakarsanız Ağlayan Melek olursunuz.” kuralları. Eğer meleklerin resimleri de gerçekten melek oluyorsa zaten kendilerine bakan tüm canlıların görme sistemlerinde veya merkezi sinir sistemlerinin melek olması lazım. Ama tabii ki böyle bir şey söz konusu değil. Çünkü Doctor Who’dayız! Daha da kötüsü Moffat’ın Doctor Who’sundayız. Bu sebeple, Amy bir Meleğin dört saniyelik görüntüsünü bir kaç dakika izlediği için videodaki melek Amy’nin, tabiri caizse, içine kaçıyor. Ve Amy yavaş yavaş bir Ağlayan Melek haline dönüşmeye başlıyor. Bu arada, dört saniyelik bir videodaki meleğin hareket etmesi kağıt üstünde korkunç. İlk görüşte de etkileyici. Ancak Meleğin videodan çıkarkenki görüntüsü çok saçma ve gülünç.
O kadar şey yazdım ama hala hikayenin Ağlayan Melekler adına en üzücü kısmına şimdi geliyorum. Hikayenin ilerleyen kısımlarında, Amy uzay gemisinin içindeki bir ormanda yalnız kalıyor. Ve de içine bir Ağlayan Melek kaçtığı için gözlerini kapatmak zorunda, yoksa bir Ağlayan Melek olacak. Tüm bunlar yeterince saçma değilmiş gibi, Amy gözlerini kapatarak ve sanki görüyormuş gibi yaparak bir sürü Meleğin arasından yürüyor. Evet doğru okudunuz, Amy görüyormuş gibi yaparak Meleklerin kuantum zamazingosunu kandırıyor ve Melekler hareket etmiyorlar. Tabii bu saçmalık da son değil. Belli bir süre sonra Moffat bize Ağlayan Melekleri hareket ederken gösteriyor. Tüm bu saçmalıklardan sonra Ağlayan Meleklerde eser miktarda kalmış olan son korku öğesi de biz seyirciler için yok oluyor. Artık gözlerimizi istemsizce kırptığımızda bir anda yer değiştiren korkunç heykeller yok. Artık görüyormuş gibi yaparak kandırabildiğimiz ve kendini tek renge boyayıp dans eden sokak sanatçıları gibi hareket eden gülünç uzaylılar duruyor karşımızda.
Bundan sonra Ağlayan Melekler çok daha kalabalık, çok daha güçlü ve çok daha saçmalar. Ama bu da yetmeyecek kendilerine, çok daha büyük olmak isteyecekler.
Çok daha büyük ve çok, çok daha saçma!
Sıradaki Ağlayan Melek hikayesi Amy ve Rory’ye aşırı saçma bir şekilde veda ettiğimiz “The Angels Take Manhattan” bölümü. Bu bölüm hakkında bir önceki kadar fazla fikir beyan etmeyeceğim. Çünkü artık Ağlayan Melekler ciddiye alabileceğim yaratıklar olmaktan çıktılar ve bölüm de daha çok Amy ve Rory’nin vedası üzerine. Ancak yine de kısa bir özet geçecek olursam; bu bölümde Ağlayan Melekler bebek yapıyorlar ve etkili bir şekilde beslenmek için otel açmaya karar veriyorlar. Ayrıca Özgürlük Heykeli de bir Melek ve her hareket ettiğinde deprem oluyormuş gibi ses çıkarıyor. Doktor, bölümün bir yerinde “Asla uyumayan şehir, Melekler için harika!” diyor.

Zaten bir önceki hikayede ciddiye almayı bıraktığımız Melekleri daha da gülünç hale getiriyor bu bölüm. Artık “Kimse Özgürlük Heykelini hareket ederken görmüyor mu?” veya “Melekler nasıl otel açıyor?” gibi sorular sormuyorum çünkü öyle bir dizi izlemiyoruz. Çünkü Moffat’ın Doctor Who’su da Ağlayan Melekler ile beraber Hollywoodlaşarak yok oldu bile.
Sonuç olarak
Bir yaratığın daha güçlü veya daha büyük olması onu daha etkileyici veya daha iyi yapmıyor. Moffat’ın Blink’te yarattığı korkunç ve harika bir kurgu öğesi olan Ağlayan Melekler, Time of Angels’taki gibi daha da güçlü ve The Angels Take Manhattan’daki gibi daha büyük olunca, maalesef bu güzelim ve etkileyici ırkı Hollywood’laştırarak mahvedilmiş duruma düşüyorlar. Umarım başka bir yazarın elinde tekrar ve daha güzel şekilde görürüz Ağlayan Melekleri. Siz de benim gibi bu umuda sarılın ve unutmayın: Bir heykelin yanından geçerken sakın gözünüzü kırpmayın! Bu, göle maya çalan Nasreddin Hoca heykeli bile olsa.
