Ne kadar uzun zaman oldu Assassin’s Creed serisi hayatımıza gireli? İlk oyunun çıktığı zamanı hatırlıyorum, ne kadar da büyülenmiştim oyunun dünyasından. Yine de seriye hayranlığımı pekiştiren oyun Assassin’s Creed 2 olmuştu. Gerçekten de büyük geliştirmelerle dolu büyük bir devam oyunuydu. Brotherhood da seriye olan hayranlığımı perçinlemişti. O zamandan beri çok sular aktı köprünün altından. Sayısız oyun çıktı. 2017’de büyük bir değişim geçirdi seri Origins ile birlikte, temel olarak bir RPG oyununa dönüştü. Kötü bir şey miydi bu? Hayır, tabii ki. Çok güzel dönemleri ve mekanları, hikayeleri ziyaret ettik bu tercihle birlikte. Artık 1000-1900 arasının şehirlerine bağlı değildik sonuçta, bize çatılarında şehri navige edeceğimiz, parkur yaparak ilerlemek zorunda kalacağımız bir oyun sunmak zorunda değildiler.

Yine de tam 3 oyun sonra geldiğimiz duruma baktığımızda eskiyi özlemedim demek yalan olur diye düşünüyorum. Özellikle son oyunlarda tüm bu özgürlüğü tembelce kullandıklarını düşünmeye başladığım için. Valhalla’da şahit olduğumuz doğa sahneleri güzel mi? Kesinlikle. Odyssey’de gezinmek zevkli mi? Bir noktaya kadar. Ancak haritanın çoğu size de otomatik üretilmiş alanlardan oluşuyormuş gibi gelmiyor mu? Sanki belli ağaç, çim, çalı gibi ögeleri belli bölgelere adreslemişler ve bir yapay zeka bunlara rastgele yerleştirmiş gibi. Eh, bu da bir noktadan sonra sanki içi boş bir dünyayı geziyormuşsunuz hissi yaratıyor, her ne kadar Valhalla’nın dünyaya eklediği yan görev sistemini beğensem ve oyuna bir hayat verdiğini düşünsem de.
Zaten sorun tam olarak da dünyanın büyük bir bölümünün otomatik yaratılmış gibi durması da değil zira birazdan bahsedeceğim oyunda da şehirlerin çatıları birbirinin benzeri gibi duruyor bazı zamanlar, yalan değil. Asıl sorun bu dünya içinde karakterimizi navige ederken sıkılmam. Dün gece Assassin’s Creed Unity’i ziyaret ettim. Tam olarak eski oyunlarda neyi çok sevdiğimi anlamış oldum. Hayır, stealth ya da gerçek bir assassin olmamız değil. Evet, parkur! Paris sokaklarında yolumu bulurken neyden çok zevk aldığım ortadaydı, sürekli atlanacak yer aramam ve gideceğim yere gitmem için aktif olarak anlık kararlar vermem. Çünkü bazı yerler var ki evlerin arası çok açık, her yer aktif olarak çözülmesi gereken puzzle’lar gibi duruyordu önümde. “Evet, şuradaki ipe atlasam oradan şu pencereden girsem, soldan mı gitsem? Yok yok sağdan çıkabilirim ancak oraya…” Tüm bu tarz düşünceler parkur sisteminin içine gömülü bir şekilde geliyordu eski oyunlarda, zamanla ustalaşıyordunuz bu işte ve bir süre sonra yağ gibi akıyordu parkur yapmak, kontrollerde ustalaşıyordunuz, çıkılacak ve çıkılamayacak yerleri tanıyordunuz, gittikçe daha verimli yollar çiziyordunuz kafanızda.
Peki ya şimdi ne oldu? Önünüzde dağ olsun, herhangi bir yapı olsun, tek yaptığınız Space tuşuna basılı tutmak ve gerisini karakteriniz halletsin. Koskoca bir dağ mı var önünüzde, hoş geldiniz 3 dakika boyunca aynı tuşa basma simülasyonunuza. Karakterinizin nereye tutunduğunun veya ne yaptığınızın bir önemi yok bile. Yapılar için de geçerli aynısı zaten, basılı tutun çıksın. Ne bir plan, ne bir eğlence, hiçbir şey yok. Tüm bu tırmanışlar ve uzun yollar çekişler sadece bir nüans, aşılması gereken sıkıcı bir kısım. Yeni oyunlarda yaptığım en çok plan sanırım atımla giderken hangi yerin “bug”lanmayacağını bulmak o kadar. Zaten otomatik olarak seyahat etme özelliğinin gelmesi de bunu kanıtlıyor sanırım. Oyunda gezinmek büyük ölçüde bir nüansa indirgenmiş durumda çünkü. Otomatik yaratılmış gibi duran doğa manzaraları da bunu daha güzel yapmıyor genelde. Ha, bu manzaralardan hiç mi eğlenmedim? Tabii ki eğlendim, tonlarca fotoğraf da çektim. Ama özellikle bir süre sonra bunun hiçbir çekiciliği kalmadı gözümde ve pes ettim.

Tabii ki parkurla ilgili tek olay da bu değil. Uzun binalara çıkmak ve “viewpoint”ler açmak da ayrı puzzle’lar barındırıyordu içinde eskiden. Dümdüz çıkamıyordunuz, gedikler arıyordunuz, etraftaki binalardan da geçişler bulmaya çalışıyordunuz. Açıkçası Notre Dame viewpoint’ine çıkarken bunu tekrar yaşadım, ve gerçekten çok zevkli bu. Şimdilerde, rastgele yerleştirilmiş bu viewpoint‘lerin hiçbir anlamı yok; özellikle tek yaptığım atımla glitchlemeyen yerlerden gitmek, akabinde attan inip Space ve W tuşlarına basılı tutmak olunca. Ha, şunu da itiraf etmek gerekir: Origins hala bu ögeleri içinde barındıran bir oyundu. Piramite çıkmak dümdüz değildi mesela ya da İskenderiye Feneri’ne çıkmak, diğer viewpoint‘lere çıkmak vesaire vesaire.
Tam burada da diğer bir öge giriyor tabii devreye: parkur animasyonları. Yeni üçlemede parkurun artık yeri çok az olduğu için bu konuda herhangi bir geliştirme ya da yatırım yapmadılar. Eh, mekanlar ve tırmanılan yerler de çok farklı animasyonlara izin vermiyor. Unity’de parkur yaparken aynı zamanda o muhteşem animasyonları izlemek gerçekten de çok zevkli. Şehir manzaraları da aynı şekilde çok güzel görünüyor bunu yaparken. Kısacası çok üzülüyorum bunu kaybettiğimiz için.
Her ne kadar bu mekaniğe artık önem verilmemesi harika dönemler ve yerler görmemize sebep olsa da, koskoca 3 oyun ve o kadar yıl geçmişken artık sanki yeniden en azından bir oyunluğuna da olsa yeni jenerasyonda çıkmış, yeni oyunların kombatı ve eskinin şehir/parkur tasarımlı yapısını yeniden bize yaşatan bir oyun güzel olmaz mıydı? Büyük şehirlerin yanına doğa da konulabilir hala açıkçası. İki dünyanın da en iyisini bize yaşatmayı başarırdı bu yeni oyun. Söyleyin, çok mu şey istiyorum bir AC fanı olarak?