Amerika’nın baş belaları… Buram buram aksiyon kokan, inanılmaz bir çift Bonnie ve Clyde. İnanılmaz diyorum çünkü yaptıkları yalnızca suçtan ibaret değil. Modern Zamanın Robin Hood’u olarak anılmalarının, suçlarından çok aşkları ile, ne kadar uyumlu bir ikili olmalarıyla hatırlanmalarının büyük sebepleri var. Birbirine aşık bu iki suçlunun hikayesini araştırırken aklıma geçtiğimiz Eylül ayında yeni sezonu çıkmış olan La Casa De Papel’in meşhur çifti Tokyo ve Rio geldi. Ancak bu sefer onlardan çok daha farklı suç ortaklarıyla karşı karşıyayız çünkü bu hikayede her şeyin mahvolması için aşk yeterli bir sebep değil, her şeyi güçlendiren bir sebep olarak karşımıza çıkıyor. Bu sebep hakkında uzun uzun konuşmadan önce çiftimizin hayatlarından da bahsetmek isterim çünkü kısa bile olsa hayatları hakkında bildiklerimiz çift olarak atılacakları serüvenleri etkilemiş.
Clyde Barrow, 24 Mart 1909’da Teksas’ta dünyaya geldi. Fakir bir ailede doğmanın getirisi olarak suç hayatına abisi ile birlikte çok erken yaşta atılmıştı. İlk kez kiraladığı arabayı geri getirmediği için tutuklandığında henüz 17 yaşındaydı, üstelik romantik erkeğimiz arabayı lisedeki sevgilisini görmek için kiralamıştı… İşte yıllar sonra tarihin efsane suçluları arasına adı yazılacak Clyde Barrow’un kayda geçilmiş ilk suçu bu şekildeydi. Bu olaydan yalnızca üç hafta sonra ise abisi ile birlikte bir kamyon hindi çalarak karşımıza çıkmıştı. Anlayacağınız tam anlamıyla eski Türk filmlerindeki komedi tadında bir hayattan bahsediyorum şu an- Çünkü sizi bilmem ama ben bu filmi çekebilecek Kartal Tibet’i gözümün önüne getirebiliyorum.
Bu ilginç hayata Bonnie Parker’ın dahil olması ise 1930 yılında gerçekleşti. İkili birbirlerine deli gibi aşık olduğunda Bonnie, 16 yaşında hayatını birleştirdiği Roy Thornton ile evliydi. Bu ikilinin mutlu günleri oldukça kısa sürmüştü çünkü evliliklerinden kısa bir süre sonra Roy’un hırsızlık dolayısıyla hapse girmesi sonucu Bonnie onu bir daha asla göremedi. Zaten hayatının geri kalanında ona eşlik edecek, kelimenin tam anlamıyla “partners in crime” dediğimiz, çoğumuzun ancak filmlerde karşılaşabileceği hayat arkadaşını çoktan bulmuştu. İlginçtir ki, Bonnie’nin hayatı ile ilgili bu evlilik dışında bildiklerimiz 1 Ekim 1910’da Teksas’ta doğması gibi temel bilgilerden ibaret ve hatta şiir yazmayı sevmesi gibi birkaç ufak bilgi dışında neredeyse hiç yok.

İkilinin birbirlerinin hayatına dahil olmasıyla birlikte, yıllarca oldukça havalı bir şekilde anılacak o serüvenleri de başlamıştı. Birlikte ufak tefek dahi olsa birçok suça karışıyor, bazen yalnızca beş on dolarlık kazanç elde ediyor ancak yaşamlarını bu şekilde sürdürebiliyorlardı. Büyük banka soygunlarının yanında benzinlik ve süper market soygunları gibi ufak tefek hırsızlıkları da oluyordu. Büyük, zengin mekanlara yaptıkları soygunlar ise onların Modern zamanın Robin Hood’u olarak anılmalarına sebep oldu. The Barrow Gang adını verdikleri, ikilimiz dışında Clyde’ın abisi Buck, eşi Blanche ve William Daniel Jones’un oluşturduğu çetenin mükemmel bir parçası olan bu çift, işlerini o kadar iyi yapıyorlardı ki bir yılı beraber geçirdikten sonra geriye bir tek Bonnie ve Clyde kalmıştı. Bunca yaşanmışlığın kaçınılmaz bir getirisi olarak vücutlarında da kalıcı izler mevcuttu, ikisinin de yürümesinde sıkıntı çıkaracak sakatlıkları vardı. Clyde, korkunç hapishane şartlarından kurtulmak ve daha iyi bir hapishaneye geçebilmek için iki ayak parmağını baltayla kesmişti ancak kısa bir süre sonra salınmasıyla da yaptığı yanına kalmıştı. Bonnie ise Clyde ile yaptıkları bir araba kazasında alev alan arabada bacağının kalıcı hasar görmesi sonucunda yaralanmıştı.
Tüm bunlara rağmen bu ikili beraber suç işlemekten taviz vermemiş ve aksiyon dolu hayatlarına tam gaz devam etmişti. Ancak her hikaye gibi elbette bu da bitecekti ve bizim yıllar sonra şaşkınlık nidalarıyla andığımız bir anı haline gelecekti. Bonnie ve Clyde’ın hikayesinin sonu ise hayatları gibi zor ve farklı bir yolla bitmeliydi, ki öyle de oldu. Altı kişilik bir polis ekibinin onları pusuya düşürmesi sonucu yakalandılar. Dönemin emniyet kollarını o kadar sinirlendirmişlerdi ki polisler ellerindeki tüm mermiyi onlara harcadı. Anlaşılan o ki, ikiliyi tekrar ellerinden kaçırmadıklarına emin olmak istiyorlardı. Onca mermi ve önlem sayesinde polisler amacına ulaşmış, Bonnie ve Clyde hayatını kaybetmişti. Bu, polisler için öyle tarihi bir andı ki izin verilmemesine rağmen Bonnie’nin saçından bir tutam, elbisesinden bir parça gibi kendilerine hatıra kalacak şeyler almışlardı.

İkilimiz ise vasiyetlerine bakılırsa birlikte gömülmek istiyorlardı ancak bu istekleri ailelerinin olaya karışması sonucu gerçekleşmedi. Bonnie, parmağında Roy Thornton’dan kalma yüzüğü, bileğinde Bonnie and Roy yazan kalpli bir dövmesi ile annesinin istediği yere, Clyde ise abisinin yanına gömüldü. Clyde’ın mezarında el yazısı ile gone but not forgotten (gitttin ama unutulmadın) yazması ise mezarı hakkında çok sevdiğim bir ayrıntı olmuştur. Çünkü gerçekten gitse dahi unutulmayacak, herhangi bir yerde, herhangi bir referansla dahi karşımıza çıkabilecek efsane bir ikili olmayı, sadece hayatlarını yaşayarak çok iyi bir şekilde başarmışlardı.
Aşkın her şeyi mahvetmek için değil, yalnızca mahvolmaya müsait olan şeyleri mahvedebileceğini onlar sayesinde gördük ve itiraf etmem gerekir ki bu olurken çok eğlendim. Bizim aksiyon filmlerinde görüp uzunca bir süre etkisinde kaldığımız şeylerin bu hikayedeki gerçekliği tüyleri diken diken eden türden. Demem o ki, yukarıda anlatılanlar gerçek kişi ve kurumlarla oldukça yakından alakalıdır, hiçbiri hayal ürünü değildir.