Chef, aslında uzun zamandır izlemek istediğim bir filmdi. Jon Favreau‘nun Iron Man ve The Mandalorian‘daki işlerinden sonra bir yazar ve yönetmen olarak kendisine güvenim tamdı. Kısa bir süre önce film kütüphanemi genişletmek için farklı filmler izlemeye başladığımda, hem Favreau’ya olan bu güvenim hem de bir arkadaşımın yakın zamanda filmi övmesiyle (Buradan Mertkan’a selamlar) Chef’i sonunda izledim ve rahatlıkla söyleyebilirim ki Favreau beni yanıltmayarak çok kaliteli bir işe imza atmış.

Film, profesyonel şef Carl Casper‘ın lüks bir Fransız restoranındaki işinden ayrılmasından sonra oğlu ve yardımcı şefi ile bir yemek kamyonu alıp sıfırdan başlamaya çalışmasını, bu yolda da yemek yapma tutkusunu aralarının açık olduğu oğluyla paylaşırken onunla bağlanmasını anlatıyor. Hikayesi aslında daha önce görmediğimiz bir şey olmasa da, Favreau kendi tarzıyla beraber bu hikayeyi eğlenceli ve duygulu bir şekilde anlatmayı başarıyor. Filmin ilk yarısı daha önce izlediğimiz restoran temalı drama filmleri gibi başlıyor; yemek konusunda fazla tutkulu bir şef, aile draması ve başkarakterin etkilemesi gereken bir eleştirmen var. Ama yaklaşık 50. dakikadan itibaren film tonunu değiştirerek biraz daha komedi odaklı, baba ve oğulun (ve John Leguizamo’nun) bir yemek kamyonuyla yollara düşme hikayesini anlatıyor. Bu geçiş gerçekten çok doğal bir şekilde yapılmış, filmin tonu ikinci yarıda biraz daha açılsa da genel olarak tutarlı bir tona sahip.
Chef filminin hikayesini her ne kadar beğensem de, gözüme batan bazı sıkıntıları yok değil. Bunlardan ilki, filmin restoran kısmından yemek kamyonu kısmına geçtiğimizde bazı karakterlerin filmden, aklıma daha uygun bir terim gelmediği için bu şekilde ifade ediyorum, atılması oldu. İlk yarıda az görmemize rağmen ısındığım bazı karakterleri filmin devamında görememek biraz üzdü. Özellikle Bobby Canavale‘nin canlandırdığı Tony karakterini daha çok görmek isterdim. Biraz daha arada kaldığım bir karar ise, filmin saçma sapan ve karakterlere uymayan hareketler sergileyerek zorlama ve yapay bir gerilim oluşturmaya çalışmaması. Bunu takdir etsem de, filmin özellikle ilk yarısıyla karşılaştırdığımızda ikinci yarısında komedi çok daha ağır basan bir etmen olmuş bence. Özellikle son dakikalarda gözlerimi dolduran sahneler olsa da bu sahnelerden biraz daha olabilirmiş gibi hissettim.

Favreau, yazarlık ve yönetmenlik açısından da çok iyi bir iş çıkarmış. Carl hakkında bilmemiz gereken her şeyi filmin ilk on dakikasında öğreniyoruz. Yemek yapma konusunda yetenekli ve tutkulu olmasına rağmen beş senedir aynı menüyü yapmak zorunda bırakıldığı için yaratıcı kıvılcımı körelmiş ve her ne kadar kendisini iyi bir restoranda çalışarak olmayı hak ettiği yerde olduğuna ikna etmeye çalışsa da hayatından mutlu değil. Gerçekten mutlu olduğunu hissedebildiğimiz tek zamanlar, yapmak istediği yemekleri pişirdiği zamanlarda (Ki bu hissi alabilmemizde Favreau’nun yüz ifadelerinin etkisi de büyük). Ayrıca yemek sahnelerinde Favreau’nun gerçekten yemekleri pişiriyor olması, bunun için profesyonel şef Roy Choi’den eğitim alması ortaya tam bir görsel şölen çıkarmış.
Benim için Carl’ın bu mutsuzluğunu en güzel gösteren sahnelerden biri, filmin başlarında oğlu Percy ile vakit geçirdiği kısımdı. Ben burada klişe bir şekilde baba morali bozuk/aklında başka bir şey varken oğluna yeterli ilgiyi gösteremeyecek ve oğlu da üzülerek eve gidecek tarzı bir sahne bekliyordum ama Favreau bence çok daha etkili olan bir teknik kullanarak sahneyi hatırlanabilir kılmış. Percy ve Carl’ın dışarıdaki günlerini sadece iki saniyelik kesitler olarak görüyoruz, sonra da sahne Carl’ın Percy’i annesinin evine bırakmasıyla bitiyor. Oğluyla geçirdikleri zamanlarda Carl’ın aklının nerede olduğunu ve Carl için nasıl hissettirdiklerini, Carl ve Percy’nin aralarının nasıl olduğunu çok akıllıca bir şekilde seyirciye yansıtmış Favreau.
Bu hikayenin bu kadar vurucu olmasında tüm bunların yanında oyuncuların performansları da var tabii ki. Favreau kendisi bu film için yaptıkları oyuncu seçiminden özellikle gurur duyduğunu söylemişti, ve bu gururunun sebebi açıkça belli oluyor. Favreau’ya bu filmde Dustin Hoffman, Sofia Vergara, John Leguizamo gibi yetenekli bir kadro eşlik ediyor. Özellikle John Leguizamo’nun Martin olarak performansını çok beğendim, tüm film boyunca Leguizamo’nun çok eğlendiğine eminim. Filmde performansı sırıtan tek bir oyuncu seçecek olsam sanırım Robert Downey Jr. olurdu, ama kendisini yaklaşık iki dakika gördüğümüz için benim için çok büyük bir sıkıntı olmadı.

Chef, basit bir hikayeyi basitçe anlatan bir film olabilirdi. Ama Jon Favreau’nun tutkusu ve kararlılığı sayesinde kendisini türdeşlerinden ayıran, duygu dolu ve akılda kalıcı bir deneyime dönüşmüş. Bu film Favreau’nun bağımsız filmlere geri dönmesi için bir metafor olarak da yorumlanabilir- ya da sosyal medyanın Carl’ın kariyerinin çakılmasında ve sonrasında yeniden yükselmesinde olan etkisinden de bir yorum çıkarılabilir. Ama benim için bir babanın yemek yaparak oğluyla bağlanması ve bu yolda da içindeki yaratıcı kıvılcımı yeniden kazanmasını anlatan, basit ve kalpten bir hikaye. Eğer Favreau’nun önceki işlerini de seviyorsanız ya da eğlenceli bir zaman geçirecek bir film arıyorsanız Chef filmini kaçırmayın!