Yönetmen Josh Trank’e aşina mısınız? Kendisinin adını 2015’teki Fant4stic isimli tren kazası filmle hatırlamanız muhtemel. Burada Fant4stic filminin ilk 45 dakikasından sonra ne kadar unutulabilir ve içi boş bir film olduğundan ya da parlayan bazı anlarına rağmen bir Fantastik Dörtlü filminden çok uzak bir film olmasından bahsedebilirim ama konumuz bu değil. Peki niye Chronicle filminin incelemesinde Fant4stic filminden bahsettim? Çünkü Chronicle, benim için Fant4stic’teki sorunun Trank’ten değil stüdyodan geldiğini kanıtlayan bir film oldu.
Chronicle bizi ev hayatında sorunlar olan, asosyal ve utangaç lise öğrencisi Andrew Detmer’ın hayatının kuzeni Matt Garetty ve okuldan arkadaşları Steve Montgomery’nin bir gün ormanda buldukları bilinmeyen bir nesne bulmaları ve bu nesnenin açıklayamadıkları bir davranışı sonucu telekinezi güçlerine sahip olmasıyla değişmesini anlatıyor. Çizgi romanlarda alışık olduğumuz orijin hikayelerine oldukça yakın bir hikaye ama süper kahraman hikayelerindeki gibi bu üçlünün güçlerini iyilik için kullanmasını izlemiyoruz. Birden telekineziye sahip olan ve bu güçlerle eğlenen lise öğrencilerini izliyoruz. Chronicle bir süper kahraman hikayesini değil, sadece rastgele bir şekilde güçlere sahip olmuş üç gencin hikayesini anlatıyor.

Filmi benim için benzerlerinden ayıran en büyük etmenlerden biri, “found footage” tekniğini kullanıyor olması. The Blair Witch Project ve Paranormal Activity filmlerindeki gibi, bütün filmi o filmin içinde kaydedilen bir kameranın lensinden izliyoruz. Filmde gördüğümüz ilk kare, Andrew’un odasındaki aynaya bakarak kamerasını çalıştırması oluyor ve filmin neredeyse tamamını Andrew’un kamerasından, Andrew’un gözünden izliyoruz. Andrew ne görüyorsa onu görüyor, ne biliyorsa onu biliyoruz. Andrew daha iyi bir kamera aldığında filmin de görüntüsü netleşiyor, kamera eğer karakterlerden uzaksa ne konuştuklarını duyamıyoruz. Filmdeki çoğu müzik, Andrew’un o an bulunduğu yerde çalan parçalardan geliyor. Andrew’un ev yaşamıyla ilgili bilgiler seyirciye Andrew odasında kayıt yaparken babasının yan odada gürültülü bir şekilde telefonda konuşmasıyla iletiliyor mesela. Her şeyi bu şekilde Andrew’un gözünden deneyimlemek film boyunca neler hissettiğini daha iyi anlamamı, kendisiyle daha kolay empati kurabilmemi sağladı. Ayrıca karakterlerin telekineziye sahip olması, hikaye içinde Andrew’un kamerasını havaya kaldırmasıyla beraber Trank’in bu filmde türdeşlerinde kullanılamayacak kamera açılarının kullanmasına olanak sağlıyor.
Filmin teknik yanlarını konuşurken efektlerinden bahsetmemek olmaz tabii ki. Chronicle, diğer büyük Hollywood filmlerine kıyasla çok küçük olan 12 milyon dolar kadar bir bütçeye sahip olmasına rağmen görsel efektlerin neredeyse hiçbiri sırıtmıyor. Bazı yerlerde kablo kullanıldığı aşırı bariz, onun dışında filmin efektleri şu anki büyük filmlerle yarışacak düzeyde.

Filmin güçlü olduğu tek yanı teknik kısımlar değil tabii ki. Josh Trank ve Max Landis, senaryoda harika bir iş çıkarmışlar. Yazılan her replik, aktörlerin bu replikleri söyleyiş şekilleri, karakterlerin gerçekten sadece liseye giden üç genç olduğunu hissettiriyor. Bu üçlü birbirini daha çok tanıdıkça biz de onları daha çok tanıyoruz, güçlerinin kapasitelerini onlarla birlikte keşfediyoruz. Filmin ilk yarısı neredeyse tamamen bu üçlünün bu ortak kaza sayesinde bağlanmaları üzerine odaklı.
Michael B. Jordan’ın Steve karakteri film boyunca izlemesi en zevkli olan karakter olabilir. Steve dışında ana karakterimiz Andrew da izlemesi bir o kadar ilginç bir karakter. Kamera Andrew’un elinde, bu yüzden en çok zaman geçirdiğimiz karakter de kendisi. Dane DeHaan bu kırılmış, içine kapanık karakteri çok güzel oynamış. Sürekli şiddet gördüğü babası odasına her girdiğinde mimikleri ve beden dili, ölümcül bir hastalığa yakalanan annesiyle geçirdiği kısıtlı zamanlarda gözlerinin içinin parlaması ve sesinin daha gür, normal haline daha yakın çıkması gibi detaylar benim Andrew’a daha da yaklaşmamı sağlayan şeylerdi.

Filmle ilgili herhangi bir sürprizi bozmadan en fazla bu kadar anlatabilirim sanırım. Chronicle mükemmel bir film mi, tabii ki değil. Her film gibi kendisinin de kusurları var, ama pozitif yanlarının negatif yanlarına çok daha ağır bastığını düşündüğüm bir film. Josh Trank’in iyi bir yönetmen olduğunun ve kendisine yeterli özgürlük verildiğinde neler yapabildiğinin kanıtı niteliğinde bence bu film. Türü ya da konusu ilginizi çekmese bile en azından found footage filmlere getirdiği yeni soluk için bir şans vermeyi düşünebilirsiniz!