Sanat, insan ruhunun çeşitli köşelerine dokunabilmiş oldukça zengin bir alan ve resim de bu alanda oldukça önemli bir yere sahip görsel bir şölen. Bugünkü yazımda, sanat tarihinde oldukça önemli bir yere sahip, hepimizin hayatında en az bir eserine denk geldiğini düşündüğüm bir ressamdan bahsetmek istiyorum: Salvador Dali. Çünkü kendisi oldukça enteresan bir zihne sahip, bu enteresanlığı eserlerine başarıyla yansıtabilmiş, kelimenin tam anlamıyla bir “sanatçı”.
“Sürrealizm benim.” diyecek kadar gerçeküstücülüğün büyük bir ikonu haline gelmiş olan Salvador Dali veya tam adıyla “Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí i Domènech”, 11 Mayıs 1904 tarihinde İspanya’da dünyaya gelmiştir. Dünyaya gelişinde dahi büyük acılar ve gariplikler saklı olan Salvador Dali, tüm hayatı boyunca bunlar ile sanatını beslemiştir. Ailesi, onun doğumundan tam dokuz ay on gün önce vefat etmiş olan ağabeyinin yokluğunu Dali’ye çok fazla hissettirerek onu bir kimlik karmaşasına sürüklemiş, öyle ki, Dali küçük yaştan beri ağabeyinin mezarına gidiş gelişleri ve annesinin söylemleri doğrultusunda kendisiyle aynı ismi taşıyan büyük Salvador’un reankarnasyonu olduğuna inanmaya başlamıştır. Ağabeyinin vefat ettiği gün anne ve babasının cinsel ilişkiye girmesi sonucu dünyaya gelmiş olması, onun cinsel hayatını büyük ölçüde zedelemiş ve hatta hayatı boyunca hiç cinsel bir birliktelik yaşayamamasına sebep olmuştur. Bunun bir diğer sebebinin, oldukça katı ve disiplinli olan babasının, oğlunun dönemin serserileri gibi aktif bir cinsel hayata sahip olmasını istemediği için evin her yerine koyduğu cinsel içerikli ilaçlar olduğu söyleniyor. Babasının bu katı tutumunun yanında, oldukça şefkatli ve anlayışlı bir insan olan annesi, resim çizmesine büyük bir destek vermiş ve bu sayede Salvador Dali en azından bu konuda sırtını rastlayabileceği biri olmuştur. Salvador henüz 16 yaşındayken sanatını zenginleştiren onca acısına bir yenisini daha ekleyerek, daha sonraları “Yaşadığım en büyük travmaydı.” şeklinde nitelendireceği o olayı yaşamış, annesini kaybetmiştir.

Aşk hayatında ise, çekingen kişiliği ve yaşadığı kimlik karmaşaları sebebiyle fazla renkli hikayelere sahip olmayan Dali, hayatında ilk defa bir kadından hoşlanmasına sebep olacak Gala ile 1929’da tanışmıştı. Ondan böylesine etkilenmiş olmasına çok şaşırmıştı, çünkü kadınlar hiçbir zaman ilgisini çekmemişti. Gala, onun aşkı, hayata tutunma sebebi ve en önemlisi de ilham kaynağı haline gelmişti. Dali’nin arkadaşı Paul Eluard ile açık bir evlilik yaşayan, bir çocuk annesi olan Gala da Dali’ye karşı boş değildi, öyle ki, onun için ailesini terk etmişti. Birbirlerine tutkulu ve güçlü bir sevgi ile bağlanmış olan bu ikili, Dali’nin annesinin dahi tasdiklemediği ilişkilerini uzun yıllar boyunca, Gala 83 yaşında vefat edene kadar devam ettirmişlerdi. Onun ölümü ile resme olan tutkusu zayıflayan Dali, hayata olan bağlılığını da resmen kaybetmişti. Bu yas, bana çok farklı duygular hissettiren şu sözleri söyletti Dali’ye;
“Gala’nın acısından
– ki benim acımdır
Gala’nın ölümünden
– ki benim ölümümdür
Başka hiçbir şey hayatıma dokunamaz.”
Gala, Dali’nin kadınlara karşı bakış açısını değiştirebilmişti ancak cinsellik konusunda aynı değişimi sağlayamamıştı. Çocukluğundan kalan travmalarla cinselliği bir şekilde ölüm ile bağdaştırıyor, bu konuda kendine güvenini sağlayamadığından yalnızca mastürbasyon yapıyordu. Bu yüzden Gala ondan tek bir şey istedi; özgürlük. İlişkileri devam etmesine rağmen Gala başka insanlarla, hatta eski kocası ile birlikte olmaya devam ediyordu. Bir süre sonra Salvador, bu acıdan da beslenebileceğini fark ederek sevgilisini başkalarıyla birlikte olurken izlemeye başladı. Bu gerçeküstü aşk sanatına yansıttığı bambaşka bir hüzündü.
Acılarının yanında, sanatına kattığı bir başka nimeti daha vardı; zekası. Bilirsiniz ki, aklınızı kaçırmak için akıl şarttır. Delilik ve dahiliğin mükemmel bir karmaşası olan Salvador Dali, hayran kalınası bir zekaya sahipti. Hayal gücünü geliştirmek amacıyla elinde bir kaşıkla kanepede oturur, eğer uyursa o kaşık elinden düşer ve böylece uyanırdı. Hayal gücünü bu yarı uykuda yarı uyanık haldeyken gördüğü rüyaların desteklediğini de söylemiştir. Eserlerini satabilmek adına zenginlere kullandığı boyada yılan zehri olduğunu söylemesi, arkadaş grubu ile gidilen bir restoranda yazdığı çek bozdurulmasın diye üstüne karikatür çizmesi ancak kendisi tek kuruş kaybetmese de çekin Dali imzası taşıdığı için daha değerli hale gelmesi gibi duyduğumda beni çok şaşırtan birçok olayı vardır.

En bilinen eserleri arasında olan, “Belleğin Azmi”ni, sıcakta erimiş bir peynirden esinlenerek yaptığını söyler. Böyle basit bir ilham kaynağı yanında, “nefret” gibi güçlü bir ilham kaynağı dolayısıyla ortaya çıkardığı eserleri de olmuştur. “Kendi Namusu Tarafından Arkadan Tecavüze Uğrayan Genç Bakire” gibi… Bu eserin ilk hali, Dali’nin çok sevdiği kardeşini çizdiği, onun sürrealist olmayan nadir eserlerinden “Camdan Bakan Kadın”dır. Kız kardeşi Ana Maria’yı model alarak ortaya çıkardığı bu eseri, yıllar sonra Ana Maria’nın ona karşı yaptığı kötü söylemler sonucu“O resme baktıkça üstüne tükürüyorum ve mutlu oluyorum.” şeklinde anar. Bu nefreti ileri bir seviyeye çıkararak, sanat tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir aşağılamayla “Kendi Namusu Tarafından Arkadan Tecavüze Uğrayan Genç Bakire” tablosunu çıkarır.
Dali’nin sanatı öyle bir seviyeye ulaşmıştır ki, Chupa Chups logosuna olan katkısından, Hitchcock’un Spellbound filmindeki rüya sahnesine kadar birçok yerde karşımıza çıkar. Salvador Dali, tarifsiz bir sanat anlayışı, ilginç dünyevi görüşleri ve çılgın kişiliği ile sanat tarihinin nevi şahsına münhasır insanlarından. Hayatı hakkında bir şeyler öğrenmek bu çılgınlıklara tanık olmak için çok basit ve güzel bir yöntem! Bu yüzden, bu yazdıklarımla onun eserlerine farklı bir gözle bakılmasını sağlayabilmeyi ve hepinize en az bir kez “Vay be, Dali’ye bak sen!” dedirtmiş olmayı umuyorum.