Çanlar bu sefer ölü bir kral için çalıyordu.
Şatafattan uzak duran kral sadece bir yatak odasına sahipti. Göze çarpanlar sadece bir adet çalışma masası, büyükçe bir yatak ve kitapların kapladığı bir duvardan fazlası değildi. Bir zamanlar korkusuzca savaşa gittiği günleri hatırlatan eski zırhı ve büyülü olduğunu ele veren taşlar ve kazınmış runik işaretlerle kaplı kılıcı yatağın başucunda bekliyordu.
Normalde güzelliği ve saflığı sembolize eden beyaz renk kralın yüzünü örtecek şekilde kapatılmıştı. Bu sefer çağrıştırdığı tek şey ölüm ve yastı.
Ölüm de güzel ve saf olarak kabul edilebilir miydi?
Kalbi acı içerisindeki bir oğul için cevap şu an hayırdı. Bu oğul ne kadar bilge olursa olsun kalbinde küller ve acı vardı şu anda. Bir zamanlar, kral olsa da sevgi dolu bir babanın yaktığı ateşi hissedemiyordu. Seneler boyunca aldığı eğitim hiçbir işe yaramıyordu. Yaşlı Kral artık yoktu ve bu gerçek, şu an tüm savaşlardan da krallıktan da daha acıydı.
Ateş düştüğü yeri yakıyordu gerçekten ve genç Rasilin kalbindeki küllere rağmen, tüm bedeninde yanan alevi hissediyordu.
Elini tuttuğu karısı Victoria tedirgin bir şekilde ona bakıyordu. Rasilin gözyaşlarını çoktan geriye doğru akıtmış, her an oradan kaçabilmek için kafasında yapabileceği büyüleri kuruyordu.
Babası kudretli bir savaşçıydı. En önlerde çarpışan ve halkını, krallığını defalarca büyük tehditlerden koruyan bir kraldı. Yakut Taç’ı ondan daha çok hak eden biri yoktu. Yıllar boyu savaşla, kan dökerek ve büyük ordularla korunmuştu krallık. Yaşlı Kral nesiller boyu süren savaşların getirdiği acıyı ve nefreti biliyordu. Aralarında savaşan derebeylerini oturtup konuşan ve barışa zorlayan kendisiydi. Demir Pençe Krallığı onun sayesinde barışla doluydu.
Cenaze için hazırlıklar başlayacağı sırada Rasilin karısının elini bıraktı, alnına bir öpücük kondurdu ve nefes alabilmek için oradan uzaklaştı. Yaşlı Kral genelde büyük yemek odasında değil, hizmetçilerin Alt Bahçe’ye çıkabildiği kapının orada yemek yerdi. Oradaki puslu camlar, Demir Pençe’nin nadir yeşile çalan yerlerinden birine bakardı ve uzaktaki tepenin oradan dökülen şelaleyi seyreder, hizmetçiler molalarından dönmeden oradaki ekmek ve peynirden yer, Yaz Yeli’nden gelen şarapları içerdi. Bir gün Rasilin hizmetçilerin ona vakit vermek için molalarını uzattığını dahi görmüştü. Kralın huzurla manzarayı seyrederek yemek yemesini izlerlerdi.

Hepsi Yaşlı Kral’ın Musibetler Çağı boyunca kurtardığı küçük kızlardı. Hepsi, ona canını borçluydu. Oynadıkları bu küçük köşe kapmacayı hiçbiri bilmiyormuş gibi yapar, kral da onlara fazladan bahşiş bırakıp tüm sikkelerini “düşürdüğünden” şikayet edip dururdu.
Bu sefer orada Veliaht Prens duruyordu. Bir eliyle masadaki çentiklerle oynayan, kızıl peleriniyle bu soğuk mutfağın bir parçası değilmiş gibi duran bir adamdı. Hizmetçiler yine kapının ardından izliyorlardı. Ama bu sefer gülümsemeler silinmişti. Ölüm’ün soğukluğu belki Dokuz Cehennem’i bile dondurabilirdi.
“Sen benim gibi bir savaşçı olmayacaksın oğul.” demişti Yaşlı Kral.
“Nasıl yani?” diye sorduğunu hatırlıyordu Rasilin. Alt Bahçe’de çiçeklerin çevrelediği bir çardakta oturuyorlardı.
“Bir kral ne yapmalıdır bilir misin?”
Rasilin hemen ezberden ve yürekten söylemeye başlamıştı. “Bir kralın üç görevi vardır: Halkını korumak, halkını beslemek ve adaletle yönetmek!”
Babasının başını okşaması ve sıcacık gülümsemesi Rasilin’in ödülü olmuştu.

“Hep büyücülük öğrenmek istediğini söylemiştin ya.”
“Evet!” Rasilin dudak bükmüştü. “Kralların büyücü olamayacağını söylüyorlar.”
“Hayır küçük prensim.” demişti babası. “Sen, bu toprakların gördüğü en zeki çocuksun ve en bilgesi olacaksın. Kralın görevlerini doğru biliyorsun ancak öğrenmen gereken bir şey daha var.”
“Nedir babacım?”
Yaşlı Kral’ın henüz alacalanmaya yeni başlamış gür sakalları ve Yakut Taç’ının arasında kalan buz mavisi gözleri bir gülümseme ile parlamıştı. İnanç, arzu ve sevgi parıltının derinlerindeki kıvılcımı ateşlemişti.
“Ya krallar bilge olmalı ya da bilgeler kral!”
Babasının sürekli yemek yediği masanın yanında dikilip bunları düşünen Rasilin’in dikkatini ayak sesleri dağıttı. Hizmetçilerin olduğu kapıdan giren iki kardeşini gördü. Biri kapının başında dikilirken öbürü de masanın diğer ucuna geçti. Yüzlerinde korkunç ifadeler vardı. Sanki düşmanlarına bakan avcılar gibiydiler.
“Arvol. Cleon.” Rasilin onların bakışlarındaki terslikleri ciddiye aldığını anlayarak tehditvari bir görüntünün tam tersini çizdi. “Nedir bu makus bakışlarınızdaki karanlık?”
“Bugün Kral öldü.” dedi Arvol, kapının yanında duruyordu. Uzun boylu, kaslı ve ayaktan baş ucuna kadar zırhlıydı. Büyülü kılıcı Ironmaw kınında duruyor, bir eli kabzasından tutuyordu.
“Bugün babamız öldü!” Rasilin’in sesindeki ton değişimi ve kaleyi inleten beklenmedik kükremesi ikisini de korkuttu. Masanın diğer yanında duran Cleon, sırtındaki arbalet dışında silahsızdı. Yine de Rasilin böylesine kendine emin tavrından ötürü işin içinde bir şeyler olduğundan emindi.
“Evet ve artık yeni kralın taç giymesinin vakti geldi.”
Rasilin ellerini silahsız ve barış içinde olduğunu gösterir bir hareketle yukarı kaldırdı. “Sizinle savaşmak istemiyorum. Babamızı kaybettik. İstediğiniz taht ise, oğullar olarak son görevimizi yapalım ve kozlarımızı ondan sonra paylaşalım.”
“Sen de gidip küçük büyü kitaplarını ve çürük asalarını toplayasın diye mi?” Arvol deli bir adam gibi gülmüştü.
“Büyücü bir kral istemiyorlar. Siz büyücülerin, zayıf bünyeli ve kötü niyetli olduklarını herkes bilir. Şehirde hiç çıkıp gezdin mi?” Cleon’un sinsi sırıtışı ilk defa Rasilin’in kendisine yönelmişti. Rasilin midesinin bulandığını hissetti. Kendi kanına bu kadar öfkeyle dolduğu için o kadar üzgündü ki.
“Beni kardeş katili yapmayın.” Rasilin’in sesi bir fısıltıdan farksızdı. Yine de Cehennnem’in derinliklerinden bizzat Asmodeus’un kendisi konuşmuş gibi bembeyaz kesilmişti kardeşlerinin suratları.
Tekrar ellerini kaldırıp öfkesini dizginledi. “Şimdi buradan gideceğim. Cenazeye katılacağım. Siz de gelerek annemizin anısını ve babamızın na’şını kirletmeyeceksiniz. Ağabeyiniz olarak son ricam, kralınız olarak ilk emrim budur.”
İkisi birden üzerine atıldı. Cleon görünmez bir silah taşıyordu. Ironmaw ise doymak bilmeyen açlığıyla Rasilin’in üzerine doğru hücum etti.
“Korkak bir büyücünün kral olmasına müsaade etmeyeceğiz!”
Rasilin, kardeşlerinin katili olmak istemiyordu. Onları çok severdi. Küçüklüklerinde dizleri kanadığında revire bizzat kendi taşırdı. Soylulardan onlara zorbalık edecek kadar cesur olanlara karşı kendi göğsünü siper ederdi. Geceleri babaları savaştayken, onları uykuya Rasilin yatırırdı. Masallar okur ve annelerinin gülümsediği günleri anlatırdı onlara.

Hepsi bir taht uğruna çöpe mi gidecekti?
Ahmaklar!
Veliaht Prens, sabah uyandıktan sonra çalıştığı büyünün son dizelerini ezberden okumaya başladığında her şey için çok geçti. Yaptığı bir ışınlanma büyüsüydü. Buradan gitmek ve kardeşlerini esir edebilecek ya da sürecek bir güçte geri gelmek istiyordu.
Babasını kaybettiği gün, iki kardeşinden de olmak istemiyordu!
Büyü Ağı’ndaki küçük bir dalgalanma ve kardeşlerinin Rasilin’in büyülü sözlerine olan müdahalesi büyük bir patlama sesine sebep oldu. Rasilin beynine batan iğnelerle ve kulağındaki derin uğultuyla olduğu yerde gözlerini sımsıkı kapatmış bekliyordu. Sağır olmuş gibi hissediyordu.
Üzerine yağmur yağdığını çok geç fark etti. Yüzündeki ıslaklığın sımsıcak olduğunu da öyle.
En geç fark ettiği şey ise gözlerini açtığında ilk gördüğü renk kızıl olmuştu. Her tarafı kanlar içindeydi. Hiçbiri kendi kanı değildi.
Hayır, diye düşündü. Kardeşlerimin kanı, yine benim kanımdır.

Gözlerini açtığında nefesini tutmuş bir kalabalığın önündeki bir platformda olduğunu fark etti. Her iki kardeşinin cesetlerinin yarısı yağmur yağan meydana saçılmıştı. Etrafında metrelerce kan vardı. Tam arkasında babasının na’şı ve Adalet Tanrısı’nın Demir Pençe Başrahibi duruyordu.
Rasilin’in gözyaşları önce kana, sonra da yağmura karıştı. Tüm Demir Pençe nefesini tuttuğu sırada gözleri korku içerisinde açılanlar ve dehşete kapılanlar dahil olmak üzere herkes buz kesmişti. Cehennem’in en soğuk katındalardı sanki.
Kalabalığa baktı. Onu istemeyen soyluları, halkın ileri gelenlerini en önde gördü. Büyücülere aşağı gözle bakanları, Rasilin’i krallığa uygun görmeyenleri de öyle.
İlk diz çökenler de onlar oldu.
Başrahip Yaşlı Kral’ın na’şını ateşe vermeden bedenin başından Yakut Taç’ı aldı. Rasilin’in ve nefesini tutmuş tüm halkın önüne doğru geldiğinde de ilan etti:
“Kral öldü!”
Tüm Demir Pençe nefesini birleştirdi ve göklere dahi meydan okurcasına haykırdı:
“Çok yaşasın Kral Rasilin!”
***
Diğer hikayelerimiz için, tıklayın.