Dogville, Lars von Trier’in filmografisinin başında gelen filmlerinden biri olmakla beraber Nicole Kidman’ın varlığıyla parlayan; filmin posterini gören herkesin ilgisini çektiğinden ve filmi izlememiş olanların bile zamanında izleme listesine attığına ve izlemeyi ertelediğine, izleyenlerin büyük çoğunluğunun ise beğendiğine şahit olduğum nadide bir eser. Lars von Trier, filmlerini yazma ve yönetme tarzıyla beraber filmlerinde kullandığı temalarla ve referanslarla sineması en çok ilgimi çeken yönetmenlerin başında gelmekte.
Bu yazıda her ne kadar onun sinemasından bahsetmemek için kendimi zor tutsam da farklı bir konuya değinmek istiyorum.
Geçtiğimiz günlerde Ankara Devlet Tiyatrosu’nun Dogville oyununu izleme fırsatı bulmamla birlikte oyunu izlerken aklımda devamlı olarak film-oyun karşılaştırması yapmaktan kendimi alıkoyamadım. Bu his normalde kitabını okuduğumuz bir eserin sinema uyarlamasını izlerken veya bir kitabın tiyatro oyununu izlerken yaşadığımız bir histir ancak ben filmi çok beğenerek izleyen ve tiyatrosunu izlemek için çok sabırsız olan biri olarak bu kıyası yapmak en doğal hakkımmış gibi düşünerek olaylara hâkim olmanın verdiği özgüvenle sahneye odaklandım. Normalde bir tiyatro oyununda konuya odaklanmaya öncelik versem de Dogville izlerken; ‘’Filmde olup tiyatroya uyarlanmayan neler var?’’ veya ‘’Tiyatroda nereleri daha farklı yaptılar acaba?’’ gibi düşüncelere daha fazla odaklandım istemsiz de olsa. Filmi izlediğim ilk günden itibaren, filmin bir tiyatro sahnesinde çekilmesinin etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum, içimde hep Dogville’i canlı canlı izlemenin nasıl bir his olacağına dair bir merak vardı. Yol boyu bunları merak ettikten sonra üç saati aşkın bir filmin tek perdelik bir oyunda nasıl derleneceğini düşünerek salondaki yerimi aldım.

Oyun, henüz başlamasına birkaç dakika kala oyuncuların sahnenin en gerisindeki yerlerine oturması ve senaryo boyu sadece varlığından sözde haberdar olduğumuz hapishane inşaatının seslerinin gelmesiyle; seyirciyi henüz yerini yeni almışken oyunun havasına katıp gerilim ve merak hisleriyle sahneye kilitliyor. Oyundaki sahne kurgusu ve yerleşimi filmdekinin birebir aynısı ki zaten filmdeki dekorsuzluk ve doğaçlama yaratım tercihleri beni en çok etkileyen şeylerin başında geliyor. Geçmiş yıllarda aldığım tiyatro eğitiminde öğretilen ilk şeylerden birisi sessiz ve sözsüz yaratım doğaçlarıydı. Bunun oyunculukta ne kadar önemli olduğuna izlediğim oyunlarda zaman zaman denk gelsem de Dogville’deki kullanım tercihi başlı başına bizi Dogville kasabası ile iç içe hissettirerek duvarların ardında bütün karakterlerin nasıl kişiler olduğuna en yakından şahit olmamızı sağlıyor. Özetle sahne kullanımı direkt filmdeki gibiydi.

Oyun anlatıcının Dogville’i tanıtmasıyla ve karakterlerin tek tek evlerinin önüne tebeşirle mekanların ismini yazıp yerlerini almasıyla başlıyor. Filmde asla görmediğimiz, sesiyle tanıdığımız anlatıcı; tiyatroda bizzat bir oyuncu tarafından kasabanın içinde olayların en yakınından olayları takip etmemizi sağlıyor ve bu süreçte anlatıcının yapılmak istenen vurguları seyirciye aktarmak konusunda çok iyi kullanıldığını söylemeliyim. Giriş sekansının ardından Grace’in kasabaya gelmesi ve devamında gelişen olaylar filmle tamamen paralel ilerliyor. Tom’un kasabalı üzerindeki etkisi ve kasabalının Grace’i kabullenme süreci tüm şeffaflığıyla seyirciye aktarılıyor. Oyuncuların dekor kullanılmayan sahnede devamlı olarak doğaç tekniği kullanması ve devinim halinde olması anlatıma önemli ölçüde akıcılık katıyor. Birçok sahneyi filme göre tiyatroda izlemekten fazlasıyla zevk aldım. Özellikle ışık, kamera ve bir anda devinimin durmasıyla Grace veya anlatıcının ön plana çıktığı sahneler beni fazlasıyla etkiledi.
Kasabalının Grace’i kabullenişinin ardından düzeni alt üst olan Dogville kasabası sakinlerinin değişimini (demek doğru olacak mı bilmiyorum gerçek yüzlerini görmek olarak adlandıralım en iyisi) keskin bir biçimde değişen tutumlarından fark ediyoruz. Grace ilk geldiğinde hiçbir yardımına ihtiyacı olmadığını söyleyen kasabalı birden Grace’i sömürmeye başlıyor ve tacize varana kadar durmuyor bu sömürü. Bu sekansın tiyatro oyununda uyarlanması filme göre çok daha hızlı gerçekleşiyor ve bu hızlandırma anlatımından eksiltmiyor. Anlatımdan eksiltmeden anlatım biçiminde yapılan uyarlamalar beni çok memnun etti izlerken.

Yapılan sömürüden bıkıp kaçmayı denediğinde bile en güvendiği insanlardan birinin tacizine uğrayıp geri getirilen Grace’i zincire vurana kadar ileriye gidiyor Dogville halkı. Tiyatro sahnesinde bu zincirlenme sahnesinin de olabilecek en iyi şekilde uyarlandığını görüyoruz. Kasabanın içinde gezebileceği kadar uzunlukta bir zincire vuruluyor Grace. Kasabalı bu noktada işleri en son noktaya getiriyor artık ve senaryonun başında Tom’a, Grace’i aradığını söyleyerek kartını veren mafyayı arayıp Grace’i ihbar ederek büyük ödülü almaya karar veriyor Dogville halkı. Bu noktada kasabaya gelen Grace’in babasının Grace ile yaptığı konuşmayla beraber affetme, merhamet, kibir ve adalet kavramlarıyla yüzleşmesini görüyoruz. Bu sahnelerde yapılan koreografiler anlatımı son derece güçlendirmiş. Son olarak Lars von Trier; insan doğasının neye evrilebileceğini, fırsatını bulduğunda iyi gözükenin içinden nasıl da kötünün ortaya çıktığını ve insanın ne kadar yoz ve şeytani bir özü olabileceğini en sade ve net anlatımla suratımıza tokat atarcasına anlatıyor.

Sahnedeki projeksiyon kullanımı, ışıkların farklı farklı bölmelerde oyuna derinlik katması, anlatıcı ve Grace’in belli noktalarda yer değiştirmesi film sahnesi atmosferine yakın anlar yakalanması beni fazlasıyla etkiledi. Oyunda anlatımı eksiltmeden anlatımın biçiminde yapılan değişiklikler, özellikle koreografiler, beni çok etkiledi. Kasabalının aynı anda Grace’e baktığı ve anlık olarak ışıkla desteklenen sahnenin verdiği gerilim hissi ise hâlâ aklımdan çıkmıyor. Oyuncuların birbirleriyle yakaladıkları uyum ve özellikle Grace’in canlandıran oyuncunun (Senem Topkaya) karakterin yaşadığı dönüşümü ve duyguları bu kadar iyi oynaması beklentilerimin de üzerinde bir tecrübe yaşattı.
Özetle Dogville’i çok severek tiyatrosuna gitmiş biri olarak Ankara Devlet Tiyatroları’nın çıkardığı Dogville’e hayran oldum. Bir parçası olup içinde bu tecrübeyi yaşamak isteyeceğim oyunlardan birisiydi kesinlikle. Son derece etkileyici bir eserin son derece etkileyici bir uyarlamasıydı..