Epey uzun zamandır böylesine uzun ve hikâyeli bir oyun oynamamıştım. Final Fantasy serisini ilk gördüğümden beri bir yerden başlamak, bu evrene atılmak istiyordum ama nasıl yapsam bilmiyordum. Eh, ben de içinde bulunduğum boşluktan faydalanarak daha önce hiç Final Fantasy oynamamış birisi olarak yedinci oyunun Remake’ine düşerken buldum kendimi. Oyunu otuz saatten biraz uzun bir sürede bitirdim, her anında da aklımın bir köşesine bazı şeyleri not aldım. Sonuç olarak, böylesine eski ve ünlü bir oyun için 2022 yılında inceleme yazmak ne kadar akıllıca bilmesem de söyleyecek şeylerim var, o yüzden hiç uzatmıyorum ve yazıya dalıyorum efendim.
Bu oyunu oynamadan önce altı oyunu da oynamalı mıyız?

Hayır. Final Fantasy oyunlarının hepsi birbirinden bağımsız, o yüzden dilediğiniz gibi başlayabilirsiniz oynamaya. Bunu öğrenmek insanın üzerinden kocaman bir yük kaldırıyor zira Final Fantasy dediğimizde mobil oyunları ve PSP oyunları gibi artık ulaşması epey zor olan oyunları da dahil ettiğimiz zaman elimizde dile kolay yüz üç tane oyun oluyor. Üstelik henüz çıkmamış oyunlar da var. Yani bitmiş bir evrenden söz etmiyoruz, durum böyle olunca da insan böylesine geniş bir hikâye zincirine nereden atlayacağını bilmiyor. Merak etmeyin, yedinci oyun her şeyi o kadar güzel açıklıyor ki kaybolmuyorsunuz.
Final Fantasy serisine bu oyunla girilir mi?

Neden olmasın? Hepsini oynamadığım için kesin konuşamıyorum fakat şahsen, bu evrene FF7 ile daldığım için mutluyum. Evrende ilgimi çeken birçok nokta görmeme yardımcı oldu: Serinin diğer oyunlarını da oynamak istediğimi bana fark ettirdi.
Benim gibi hiçbir şey bilmeyenler için bu oyun, tuhaf bir noktada başlıyor diyebilirim. Şöyle ki oyuna girdiğimizde hiç bilmediğimiz bir dava uğruna savaşan bir ekibin içinde buluyoruz kendimizi. Hem de başkarakter, bizim içinde bulunduğumuz ekibin karşısında durduğu hükümetin eski askerlerinden birisi! Mako denen bir şeyin var olduğu bilgisini atıyorlar üzerimize, evrenin temel yapıtaşlarından olan bu kavramı Barret yavaşça açıklamaya koyuluyor fakat oyunun sonuna kadar Mako’nun tam olarak ne demek olduğunu bilmiyoruz. Oyun, hikâyeyi ve evren bilgisini bir anda oynayanın üzerine fırlatmaktansa oyuncuyu bütün açıklamalardan yoksun bırakarak başlayıp yavaş yavaş açılıyor. Her bölümde, aslında ilk bölümden bilmeniz gereken temel bilgilerden parçalar ediniyorsunuz.
Bu hikâye anlatım biçimi herkes için tercih edilebilir olmayabilir fakat benim için harika bir deneyim oldu. Bir anda bilgi selinde boğulmadım, azar azar öğrendim ve öğrendiklerimle tahmin ettiklerimi doğrulamış oldum. Zaten çok karmaşık bir evren söz konusu da değil, bilim kurguya nispeten bir miktar fantastik yalnızca, o kadar.
Oynanışı nasıldı?

Final Fantasy 7 Remake, beni hikâyesiyle ne kadar kendine bağladıysa oynanışıyla da bir o kadar duraksattı diyebilirim. Bu konuda, ne yazık ki, birçok yeri eleştireceğim.
Öncelikle, orijinal oyundaki turn-based savaş mekaniğini tamamen değiştirip biraz daha taktiksel bir hack-n-slash oyunu haline getirmişler ki bunun kesinlikle doğru bir karar olduğunu düşünüyorum. Oyunun temposu, en azından remake haliyle, saldırıp sıra beklemeye pek müsait değil. Diğer yandan, pata küte bir oyunun içinde savaşırken bir partiyi kontrol etmek de buna alışkın olmayan insanları en başlarda biraz afallatabiliyor. Savaşlara çoğunlukla üç kişi giriyoruz. Oyuncu, bu üç kişiyi de ayrı ayrı kontrol ediyor. Yakın dövüşün yanında bir de elementlere dayalı bir büyü sistemi var: Ateş, buz, hava gibi elementlerle saldırı yapabiliyoruz. Materia denen büyülü toplar, bize bu büyüleri kullanma olanağı sunuyor. Örneğin sizin Cloud’unuzun iki materiası varsa biri ateş, biri de buz gücü veriyor olabilir. Fakat karşınızdaki canavara hava ile saldırmanız gerek. Bunu nasıl halledeceğiz?
O zaman partinizdeki diğer karaktere hava materiasını verip onun o şekilde saldırmasını sağlayabiliyorsunuz. Dediğim gibi, çok az da olsa taktiksel bir düşünce sistemi gerektiriyor. Başlarda anlamam zor olsa da ilerledikçe iki-üç karakteri kontrol etmek kolaylaştı ve birini takımın şifacısı, öbürünü takımın büyücüsü, öbürünü de yakın dövüşçüsü haline getirmeye karar verdim. Böylece herkesin pata küte dalmasından daha etkili bir saldırı sistemimiz oldu.
Oyunun temposu hızlı desem de bu konuda da bazı problemler var. Eh, tahmin edersiniz ki en temel problem zaten bu oyunun iki parça olması. Orijinal oyunun ana hikâyesi otuz altı saatte bitiyor. Siz bu oyunda onun ilk yarısını oynuyorsunuz fakat on sekiz saatte değil, otuz altı saatte oynuyorsunuz. Yani orijinal oyun kadar vakit harcayıp orijinal oyun kadar ilerleyemiyorsunuz.

Bazı kısımlar su gibi akarken bazı kısımlarda hikâye takılıyor ve takıldığını da saklamıyor. Örneğin ana karakterlerimizden birisi olan Aerith ile “randevulaşmış” gibi takıldığımız koskoca bir kısım var ve ana görev olarak çiçek topluyoruz. Canavarlarla savaşmaktan çiçek toplamaya geçmek oyunu duraksatıyor ve sorgulatıyor zira ne yazık ki iki farklı ton arasındaki geçiş pek yumuşak değil. Takdir edersiniz ki oyunda, oyuncuların canını sıkabilecek türden tamamen angarya yan görevler de var ama yan görevler isteğe bağlı olduğu için bu konuda şikayet etmeyi kendi açımdan pek doğru bulmuyorum. Dediğim gibi, ana görevlerin bazıları oyunun temposunu yavaşlatıyor ve bu yüzden bazı yerlerde bu oyunu gerçekten bitirmek isteyip istemediğinizi ikinci kere düşünebiliyorsunuz. Oyunu bu noktada bırakmazsanız sizi mükemmel bir tecrübe bekliyor, bence bırakmayın!
Oyunun mekanikleri de aslında eski bir oyun olduğunu ele veriyor. Kötü yaşlandığını söylemiyorum ama böyle olmasaydı daha çok tercih ederdim diyorum. Örneğin oyunda zıplama mekaniği yok, yani Cloud uygun gördüğü yerlerde zıplıyor. Bu yüzden normalde bir engelin üzerinden çok rahat atlayabileceği yerlerde atlamamayı tercih ediyor, bu da epey sinir bozucu. Fakat mekanikler konusunda en büyük şikâyetim kesinlikle “grappling hook” olarak bildiğimiz kanca.
Aynı eşyayı Sekiro, Arkham City, Devil May Cry, hatta yeni çıkan Kena: Bridge of Spirits gibi birçok farklı oyunda daha önceden de görmüştük. Uygun yerlere kanca fırlatıp oralardan Spider-Man gibi uçarak geçmemizi sağlayan bu mekanik, oyunu olduğundan kat kat daha eğlenceli bir hale getiriyor. Hem de kolaylaştırıyor, üst kata çıkmak yerine kanca atıyorsunuz ve hooppp! Oradasınız.
Final Fantasy 7 Remake ise bu konuda apayrı bir yola sapmaya karar vermiş. Olabilecek en eğlencesiz biçimiyle bir kanca mekaniği koymuş. Nadiren önünüze kancaya uygun bir duvar çıkıyor ve oradan atlarken de üç saniyelik bir sinematik ile Cloud’un oraya çıktığını haber ediyor. Aynı duvarda merdiven olsa bizi üç saniyelik sinematikten kurtaracak yani. Kancanın hiçbir avantajı yok, oyunda altı kere kullanmışızdır yalnızca. Hadi oyunun içinde bize yardımcı olmadı, kabul ama en azından oyunun combat mekaniklerine entegre edilerek Devil May Cry’da olduğu gibi düşmanı tutup kendimize çekmemizi sağlayabilirdi. Hiçbirini yapmamaya karar vermişler. Aynı şekilde Barret’in bazı duvarlara ateş ederek onları kırmak gibi bir yeteneği var fakat oyun boyunca bunu yalnızca spesifik bir bölümün spesifik bir mekanında yapıyor. Onun dışında hiçbir yerde yok, dolayısıyla pek yardımcı da olmuyor eğlenceli de değil. Dümdüz yetersiz buldum.
Tavsiye eder miyim?

Oynanıştaki bazı duraksamaları tamamen göz ardı ederseniz oyun sadece hikâyesiyle ve savaş mekaniğiyle inanılmaz sürükleyici. Bittiğine üzüldüğüm nadir oyunlardan birisi oldu benim için fakat iki bölüme ayırmalarının gerçekten tat kaçırıcı olduğunu da söylemem lazım. İkinci oyunu apaçık gözlerle bekliyorum,. Haydi Square Enix, yap bir güzellik!
Oyunun yavaşladığı yerlerde pes etmemenizi ve oynanış konusundaki beklentilerinizi nispeten düşük tutmanızı tavsiye ederim. Hikâyesi, karakterleri ve dünyası için kesinlikle oynanır. Yukarıda o kadar sövdüm ama bütün hatalarına rağmen oynadığım en sürükleyici oyunlardan birisi olarak kalbimde yer ettiğini itiraf etmeliyim. Oynama imkanı bulduğunuz zaman kaçırmayın, bir tur oynayın bence.
Siz ne düşünüyorsunuz? Final Fantasy sever misiniz?