Hızlı adımlarla kırık dökük eve ilerlerken yağmurdan korunmak amacıyla tuttuğu paltoyu bir an düşürür gibi oldu. Düşmemek için gözlerini açık tutmaya çalışıyordu. O sırada yürüyüşünü zorlaştırmaya çalışır gibi artan yağmur iyice sinirlerini bozdu. Tamam, yağmur atında yürümek, düşünmek güzeldi ama herhangi bir romanda yaşamıyordu ve bu derece kötü hava ona sadece sızmış bir tavan verecekti. Küfür ederek son köşeden saptıktan sonra sonunda görüş alanına ev girebilmişti. Gülümsedi, tekrar küfretti. Eve bakarken bir taşa takıldı, tekrar küfretti. Çok fazla küfrettiğini fark etti, tekrar küfretti. Yeterli. Sonunda eve ulaşmıştı.
Kapıyı aralayıp içeri girdiğinde evdeki herkesin soğuk havadan nasibini almış bir şekilde suratını astığını gördü. Derin bir nefes aldı. Asıl fırtına şimdi başlıyordu. Göğsünde, paltosunun içinde tuttuğu birkaç guaj boyayı masanın üstüne boşaltırken kaşları çatıktı. Boyaların çıkardığı sesler yüzünden hipnotize olmuş gibi gazeteye bakan babası dikkatini ona yöneltmişti.
“Hoş geldin yakışıklı.”
Sadece kafasını sallayarak cevap verdikten sonra paltosunu kuruyacağını düşündüğü bir yere astı. Sakallarını sıvazlayıp içeriye biraz rüzgar sığdırarak perdeyi sallandıran pencereye daldı. Ellerini yıkamadığını fark edince hafif bir tiksintiyle yüzünü buruşturdu ve yerinden kalktı. Birkaç dakika sonra akmayan sular sebebiyle homurdanarak içeri geri döndü.
“Baba, sular akmıyor.”
“Öyle mi? Hemen hallederim ben.”
“Nasıl?”
“Merak etme. Fırtına yüzünden falan olmuştur. Konuşurum şimdi.”
Babası hafifçe ayaklanıyorken onu dışarıdaki fırtına hakkında uyarmak içinden gelmemişti. İç çekti. O sırada abisi evin tek odasından çıkarken kardeşine sessizce “Faturaları ödememiştir. Olur öyle.” demişti. Gözlerini onun üzerinde gezdirdi, epey zayıflamıştı. Zaten bu evde zıttı pek mümkün değildi. Kafasını salladı. O sırada abisinin guaj boyalarını incelediğini fark edince yanına yaklaştı ve eşyalarını toplamaya başladı.
“Paranı buna yatırdın demek yine?”
“Bitirmeme az kaldı zaten…”
“Yap, yap… İyi yapıyorsun. İnsanın kendini her konuda biraz da olsa geliştirmesi gerek.”
Kafasını salladı.
“Geçen günkü büyük tartışmamızı hatırlıyor musun? Arada öyle şeyler hakkında da çiz. İyi gelir.”
Hatırlayınca derin bir nefes aldı.
“Yaptım zaten. Çizdim.”

Odaya girdi. Guaj boyaları yere yığdı ve tablosunun önünde bağdaş kurdu. Bir müddet aklına kazır gibi her detayını inceledi. Harika bir iş çıkarıp çıkarmayacağını düşünüyordu. Çıkaramayacaktı. Her neyse.
“Delisin sen.”
Abisinin onunla birlikte odaya girdiğini fark etmemişti. Söylediği cümleyle resmi ilk defa görüyor olduğunu anlamıştı.
“Tahmin etmiştim. Her sabah bu resmi üstü örtülü bir şekilde yatağın arkasında bırakıyorum. Bir kere bile dönüp bakmadın değil mi?”
“Daha farklı işlerim vardı.” Abisi boğazını temizleyip devam etti. “Ayrıca görebileceğim bir yerde yapmıyorsun, geceleri salonda yapıp anlamadığım bir şekilde işini bitirdikten sonra başında bekliyorsun.”
“Ve ne ile uğraştığım senin ilgini çekmiyor.” Kendi kendine gülerek kafasını salladı. “Kurumasını bekliyorum, aptal. Artık babamı bu odada yatırıp kendim salonda yatıyorum çünkü geceleri bununla uğraşıyor ve başında bekliyorum. “ Duraksadı. “Düşünüyorum.”
“Düşün düşün.” Abisi daha da yaklaşıp gözlerini tabloda gezdiriyordu. “‘Delinin Teki’ koymalısın bunun adını.”
“Ben deli değilim. Henüz.”
Abisi tablodaki kalabalığın ortasında oturmuş çıplak vücuda baktı. Etrafındakiler ise kefene sarılı ve ölüydüler. Sadece ağızları açıktı. Ortadaki kulaklarını kapatmıştı. Ona uzun bir süre bakakaldığını kardeşi fark etmişti.
“Yine de duyuyor.”
“Ne?”
“Kulaklarını kapatmış ya. İşe yaramıyor. Yine de her şeyi duyuyor.”
“Bunu her gece parça parça yapıyor olman resme zarar vermiyor mu?”
“Bilmem. O kadar bilgim yok. Umurumda da değil. Ne alaka?”
“Hiç. Ben de öyle düşünmüştüm. Bilginin olmadığını yani.”
“Şaşırmadım.” Dedi hafif fısıldayarak.
Abisi kalkıp ilaçlarını getirmişti. İlk defa babası değil de abisi bunu yapıyordu. Teker teker avucuna koyup ona uzattı. Elinin tersi ile iterken istemediğine dair bir şeyler fısıldadı. Karşılık olarak sadece alması gerektiği gibi ezberlediği sözleri duymuştu.
“Deli değilim ben.”
Abisi güldü. Resme bakarak yatağa oturmuştu.
“Ben de deli olmadığını düşünmüştüm. İnsanların söylediği hiçbir şeye kulak asmamıştım. Ama-“ Durdu. “Onların ima ettiği her şeyi sen zaten yaşıyormuşsun.” dedi işaret parmağıyla tabloyu göstererek.
“Deli değilim ben. Annem iki gün önce hastahaneye gidip kontrol ettirdi. Sağlık raporum var!”
“Annemiz sekiz yıl önce öldü, aptal.”
Kafasını çevirip abisiyle göz göze geldi.
“Tablodakilere ne kadar benziyorsun.”

Polisler yıkık dökük evden çıkarken etrafa toplanan komşular kendi aralarında bir şeyler tartışıyordu. Herkes kazanın ne olduğunu öğrenme çabasındaydı. En sonunda kendi aralarında karar verdikleri orta yaşlı, kel bir adam hafifçe öne çıkarak polislerin yanına yaklaştı. Konuşmaya başlamadan önce evden çıkarılan cesetleri görüp yutkunmuştu.
“Komiser bey, ne olmuş?” Sorusu birkaç kişi tarafından işine bakması gibi sitemlerle savrulsa da sonunda dedikodu yapan bir memura denk gelmiş ve kaybettiği konuşma hevesini geri kazanabilmişti. Memur,
“Ne mi olmuş?” diyerek başlayınca çevredekiler de hemen toplanmış, dinlemeye koyulmuşlardı. “Gerçekten biz de şaşkınız. Bu civarda hiç böyle olaylar olmazdı. Delinin teki. Abisini ve babasını öldürmüş. Hadi bunu yaptın, tamam. Kıyamadı herhalde. Kefene sarmış ikisini de. Ağızları da açıktı. Yazık. Böcek falan girmiş. Kendisi de elini kulaklarına kapatmış üryan halde ortalarında oturuyordu.”
Hepsi resmen kanı donmuş şekilde polis memuruna bakıyordu. Hakim olan sessizliği sadece olayı idrak ettikçe yükselen şaşkınlık nidaları bozuyordu. Yanlarına yaklaşan bir polis memuru bağırdı:
“Arka bahçede küller var! Biri bir şey yakmış. Ne olduğunu henüz çözemedik.”
—
Daha fazla hikâye için Atölye kategorisine göz atabilirsiniz.