Gözlerini açıp etrafına bakan Freeman, tanık olduğu yıkım sebebiyle şok olmuştu. HEV Zırhı sayesinde patlamadan sağ kurtulabilmişti, ancak anti-kütle spektometresinin paramparça olduğunu, deney gözlem alanının ise yarı yıkılmış halde olduğunu görünce geriye doğru sendeledi, gözlüğünü taktı. Üç taraflı bir savaşın içerisindeydi, henüz bunun farkında değildi sadece. Deney alanından uzaklaşmak istediğinde dünyadışı uzaylı formlarını, parçalanmış cesetleriyle Black Mesa çalışanlarını ve özel askeri birlik cesetlerini gördü. Tesiste kaos hakimdi ve kan gövdeyi götürüyordu. Yerden bulduğu bir levyeyi eline aldı, gördüğü ilk headcrab tarafından ele geçirilmiş ve yarı zombiye dönüşmüş bilim insanı kıyafetli yaşam formuna saldırdı. Freeman’ın ve insanlığın hayatta kalma mücadelesi, Half-Life efsanesinin devamı, henüz yeni başlıyordu.
Bu esnada, dünyadışı yaşam formları veyahut özel birlik askerleri tarafından öldürülmekten kurtulabilmiş bilim insanları, tesisin alt katlarına saklanmış ve portal yarıklarını durdurmak için uğraşıyorlardı. Freeman, tesis içerisindeki uzun ve tehlikeli bir maceranın ardından, Black Mesa güvenlik görevlilerinden Barney Calhoun’ın da yardımıyla başından beri Xen’e seyahat etmek için kullanılan Işınlanma teknolojisinin geliştirildiği Lambda Kompleksi’ne gitti. Deneyin ters gitmesiyle oluşan boyutsal yarıkları durdurabilmek için uzaya bir uydu roketi gönderdiyse de, bu pek bir işe yaramadı. Bu esnada hayatta kalan bilim insanları da işleri yoluna koyabilmek adına çalışıyorlardı ve bir çözümle geldiler: Portalların diğer tarafında, yarıkları kapatmalarını engelleyen çok güçlü ve akıllı bir yaşam formu olduğunu öğrenmişlerdi. Aynı zamanda, açılan portallardan Xen’li yaratıkların geçmesinin sebebi de bu bilinç sahibi yaşam formu olabilirdi. Eğer bu yaşam formu durdurulabilirse, portallar kapatılabilir ve tehlike atlatılırdı. Bahsi geçen yaşam formunu durdurabilmek adına, Lambda Kompleksi’nde, Xen’e belki de insanlık tarihinde son kez portal açıldı. Freeman, Xen’in vahşi doğasında yapayalnızdı. İnsanları yaşam formuna dönüştüren headcrablerin annesiyle karşılaştı. Yerçekimsiz ortamda dolaştı. Xen’in büyüleyici atmosferini tecrübe etti. Ve sonunda, önceki yazıda da belirttiğim gibi Black Mesa araştırmacılarının yanına dahi yaklaşamadığı lokasyonlardan geçti ve tehlikeli bir mağaraya vardı. Karşılaştığı şey, nefes kesiciydi!
Yarı mekanik, devasa bir fetüsü andıran bir canlı yaşam formu. Bu canlı, telekinetik güçleri sayesinde Freeman ile iletişim kurdu. Xenium elementini besin olarak kullanıp portalları organik olarak kendi vücudunda üretme özelliğine sahipti. Yine, telekinetik güçleri sayesinde Xen canlılarını tek bilinçle yönetebiliyordu. Hepsini köleleştirmişti! Fakat o da Freeman gibi, Xen’e ait değildi. İstilacı bir medeniyetten kaçarken Xen’e gelmiş ve yeteneklerini kullanarak, açtığı portallar sayesinde akıllı yaşam formlarını Xen gezegeninde toplamaya başlamış ve köleleştirmişti. Asıl amacı ise, bu durumda açılan portallar sayesinde Dünya’ya kaçmaktı. Kristallerini çaldıkları için insanlığa çok kızgındı ama yine de tüm suçu O’na atıyordu: Uğursuz Bürokrat’a. Takım elbiseli adama. Yüksek saflıkta kristali insanlığa teslim eden o kişiye çok kızgındı. Ve bu gizemli kişinin insanlığı da kandıracağından bahsediyordu. Freeman, Black Mesa’da icat edilen yüksek silah teknolojilerini kullanarak türünün son örneği olan bu canlının yaşamına son verdi. Black Mesa çalışanları, uğraşlarının başarılı olup olmadığını göremeden CIA yetkilileri nükleer bombayı aktif etti ve tüm Black Mesa, New Mexico çölünün dibine gömüldü. ABD Hükumeti, olayı meteor düşmesi olarak adlandırıp örtbas etmeye çalıştı. Ancak tüm bunların sebebi oydu. Kristali getiren kişi…

Freeman, Xen sınırdünyasındaki başarılı görevinin ardından onunla karşılaştı. Nerde ve ne zaman olduğu hala bilinmiyor. “O”, vakitten ve mesafeden muaftı.
“Sınırdünyası Xen, şimdilik kontrolümüzde. Orda yaptığınız pis işler… Beni etkiledi. İşte bu yüzden karşınızdayım Bay Freeman. Hizmetlerinizi, işverenlerime tavsiye ettim. Ve size bir iş teklifinde bulunmam için beni görevlendirdiler.”
Bürokrat, Freeman’ın çok yüksek bir potansiyeli olduğuna inanıyordu. İşverenlerine kendisinden bahsettiğini söyledi. Freeman’ı uzun süreli bir kozmik uykuya yatırmak istediğinden bahsetti. Teklifini kabul ederse, Freeman uyuyacak, gözlerini açtığında ise kendini bambaşka bir zaman diliminde bulacak ve bu ışıkları kapatıp açmak kadar hızlı gerçekleşecekti. Bunun karşılığında dünyanın iyi olacağına söz verdi Bürokrat. Freeman kabul etti. Gizemli kişi, o gün Black Mesa patlamasından iki kişiyi daha kurtardı. Biri, daha önce karşılaştığı Profesör Ali Vance’in minik kızı “Alyx“…
Binlerce kişinin çalıştığı Black Mesa’dan, yalnızca bir avuç insan kurtulabilmişti: Ali Vance, Barney Calhoun, Wallace Breen ve Isaac Kleiner gibi insanlar da kurtulanlar arasındaydı. O gün kurtulanlardan biri olan özel birliklere bağlı bir Onbaşı’nın günlüğünde yazdıkları ise, bütün bu durumu daha da gizemli bir hal içerisine alıyor:
“Yıllarca evrende, bizden başka yaşamformları var mı diye merakla inceledik. Teknolojimiz, dikkat çekecek seviyeye ulaştığında onlar bizi buldular. Keşke hiç bulaşmasaydık. Aklımız, lanetimiz… Tüm bunları başımıza açan bilimdi. Ateşi icat ettikten sonra sırtımızı bi’ kayaya yaslayıp dinlenmeliydik. Artık çok geç. Artık onların umrundayız. Sömürülmeye değeriz.”
Black Mesa, kullanılan nükleer bomba sebebiyle artık tarihe gömülmüştü. Xen’e açılan portallar ise, durmadı. Xen sınırdünyasındaki Nihilanth adlı yüksek yaşam formu ölmüştü, bu demek oluyordu ki portallardan geçirdiği akıllı yaşam formları artık onun kölesi değildi. Bununla beraber, 16 Mayıs tarihindeki deney, dünyada portal fırtınaları denen yeni bir afet oluşturdu. Gerçekleşen portal fırtınaları uzayın dokusunu yırtıyor ve bunun sonucu olarak manyetik ve yıkıcı şok dalgaları yayıyordu. Islığa benzer gürültü ile çarptıkları yerde tahribata neden oluyor, inşa edilmiş köprü, yol ve bina gibi yapılara ağır hasarlar veriyorlardı. İnsanlık ilk defa şahit olduğu bu afet karşısında ne yapacağını bilemedi. Ancak tek sorun bu değildi. Bu fırtınalar, evrene, dünya teknolojisinin Işınlanma teknolojisi üzerine araştırma yapabilecek seviyede olduğunu gösteren bir kanıt niteliğindeydi. Bu yeni afet ve deneyin ters gitmesiyle açılan portallardan gelen uzaylı yaşamformları, dünyaya ve insanlığa ciddi ölçüde zararlar vermeye başlamıştı. Dünya üzerinde birçok ülke ekonomik krizin eşiğine gelmişken, hükumetler bu duruma kalıcı bir çözüm arayışındaydı. Büyük can kayıpları, dünya üzerindeki iletişimde ciddi problemler, ekonomik kriz, kaos ve kargaşa… Her şey bir anda olmuştu ve halk sebebini dahi bilmiyordu. Gizli bilimsel deneyler gibi komplo teorileriyle beraber, iklim değişikliğinin sonuçları gibi düşünceler ortaya atılsa da, hiçbirinin üzerinde fikir birliğine varılamadı. İnsanlar portal fırtınalarını incelemelerine rağmen mantıklı bir şablon ortaya çıkaramıyor, fırtınaların ne zaman veyahut nerede olacağını kestiremiyordu.

Freeman, hayatta kalma mücadelesinde en azından şimdilik başarıya ulaşmıştı; Xen’de yüksek yaşam formuna karşı galip gelmiş, insanlığı kurtardığını düşünmüştü. Bununla beraber tanımadığı bir bürokrat tarafından bir iş karşılığında dünyanın iyi olacağının da sözünü almış ve derin bir kozmik uykuya yatırılmıştı. Ancak dünyanın, insanlığın genelinin mücadelesi henüz yeni başlıyordu.
Dünyaya kriz ve kaos hakim olmak üzereyken, Black Mesa faciasının yarattığı sonuçlar henüz atlatılamamışken en kötüsü oldu: Gökyüzünde belirdiler. İnsanların Combine adını verdiği üstün bir medeniyet. Bir süpergüç. Portal afetlerinin sonucunda teknolojimiz evrene açılmıştı: artık dünyadışı yaşam formları için kaydadeğerdik. Bizi buldular. Teknolojimizi incelemek ve sömürmek için geldiklerinde, portal teknolojisine rastlayamadılar ve hayal kırıklığına uğradılar. İnsan medeniyetinin bu denli ilkel olduğunu bilseler, gelmezlerdi bile. Medeniyetin soyunu katledip gezegenin doğal kaynaklarını kurutup gitmek istediler. Birleşmiş Milletler küresel seferberlik ilan etti. Tüm Dünya devletleri, İnsanlığı kurtarabilmek, gezegenimizi koruyabilmek için en güçlü ve teknolojik silahlarıyla karşılık verdiler. Nükleer bombalar kullanıldı. Ancak nafileydi… Combine ordularına karşı kullandığımız nükleer silahlar bile onlar için sapanla taş atmaya benziyordu. İnsan ordularının karşısına çıkan yaşam formları birbirinden çok farklı fizyolojiye sahipti. Bu, düşmanın anlaşılmasını zorlaştırıyor, insanlık için durumu çok daha zor bir hale sokuyordu. Dünya üzerindeki devletler, teker teker düşmeye başladı. Onlar için böcekten farksızdık. Bizimle o kadar orantısız, kudretli güçlere sahiplerdi ki, insanlığın savunması onları yormamıştı bile. Hatta savaşa dahi gelmemişlerdi. Köleleştirdikleri veyahut ittifak kurdukları farklı türleri yollamışlardı. Kurdukları Evrenlerarası imparatorluk o kadar büyüktü ki…
Savaş sadece yedi saat sürdü. Binlerce yılda kurulan insan medeniyetinin kökü, yedi saat gibi kısa bir sürede kazındı. İnsanoğlu bu savaşa, “Yedi Saat Savaşı” adını verdi. Lakin bu, Combine medeniyeti için bir savaş bile değildi. Belki standart prosedürlere uyan bir temizlik olabilirdi. Tüm şehirler yok edilmiş, milyarlarca insan katledilmişti. Amerika kıtasının tamamı haritadan silinmişti. Hayatta kalan insanlar, Doğu Avrupa’ya kaçmaya başladı. Savaş, sadece bir saat daha uzasa, insanlığın soyu tükenecek, Combine’ın temizliği bitecekti. Lakin bu noktada, yedinci saatin sonunda beklenmeyen bir şey oldu ve Black Mesa’daki patlamadan sağ kurtulan, eski Black Mesa idari sorumlusu Wallace Breen tüm insanlığı kurtarmak adına Birleşmiş Milletler’den Combine ile iletişim kurmak için izin almış ve uzun uğraşlar sonucu bunu başarmıştı. Onları, insan medeniyetinin ilkel olmadığı konusunda ikna etmeye çalıştı. İnsanlığın Black Mesa’da başardıklarından ve sonrasında olanlardan bahsetti. Eğer biraz zaman verilirse, kendileri için boyutlararası madde aktarımı teknolojisini yeniden yapabileceklerini söyledi. Combine imparatorluğu, Breen’in bu teklifini kabul etti ve İnsanlığın tam teslimiyetini içeren antlaşmayı imzaladılar. Hem kaybedecek hiçbir şeyleri yoktu, hem de bizde onlarda olmayan bir şey vardı: Lokal teleportasyon.
Combine medeniyetinin kullandığı teleportasyon sistemi henüz insanlık için çok ileri seviyedeydi, karanlık madde sayesinde evrenlerarası seyahat edebiliyorlardı. Lakin bu teknoloji evren içerisinde lokal teleportasyon için pek kullanışlı değildi. Lokal teleportasyonda mekan ile birlikte zamanı da değiştirebiliyordu. Yani, evren içerisinde bir noktadan diğer noktaya gittiğinizde, sadece mekanı değiştirmiyor, zamanı da ileri alabiliyordu. Üç gün, bir hafta, iki hafta gibi.
Ancak insanlığın kullandığı teleportasyon sistemi bu konuda oldukça kullanışlıydı. Combine, bu teknolojiyi elde ederse, yönettiği evrenler içerisinde kontrolü daha kolay sağlayabilecek, ele geçirmek istediği evrenlerde süreci hızlandırabilecekti.
Savaş sona ermişti… Combine, dünyaya yeni bir düzen inşa etti ve Wallace Breen, insanlığın sözcüsü olarak kabul gördü. Halk arasında “Ben politikacı değilim, bilim insanıyım” sözleriyle beraber, insanlığın teslimiyetini “Son Şans” olarak nitelendirmesiyle tanınıyordu.

“Benim adım Dr. Wallace Breen. Burada sizinle oldukça mühim ve tehlikeli bir konu hakkında konuşmak için bulunuyorum: Bilim. Bilim harika şeyler yapabilir. Bizi doyurur. Bizi iyileştirir. Ama yanlış ellerde, tehlikeli bir silaha dönüşecektir. Ve İnsanoğlu’nun ne kadar ölümcül olabileceğini hepimiz gördük. Zamanla, gerçek mite dönüşebilir ve mitler de yalanlara. Şimdi size gerçekleri anlatmama izin verin. Black Mesa araştırma merkezinde çalışan kibirli adamlar ve kadınlar, dünyamızdaki bu yıkımdan direkt olarak sorumludur. Ve evet, benim için ne büyük utançtır ki, ben de vaktinde onların arasındaydım. Onları durdurmayı denedim ama, tüm mantıklı sebeplerimi görmezden geldiler. Rezonans Çağlayanı’na, insan bilimi sebep oldu. Xen’e portal açıp çapulcu Vortigaunt sürüsünü (Portaldan geçen yaşam formlarından biri, kölelikten kurtulmalarının ardından yeni dünya düzeninde direniş ile beraber çalışmış ve Freeman’ı Mesih olarak görmeye başlamışlardır) başımıza dert etti. Başlangıçta Kuzey Amerika’yı saran korku, sonrasında tüm Amerika’yı işgali altına aldı. Ancak bu yaratıklarla başa çıkmak için, İnsan bilimi yeterli güçte değildi. Hayırsever Combine dostlarımız olmasaydı tüm dünya yok olmuştu! Dünyamızdaki bu dehşete sebep olan kişiler yetmezmiş gibi, Combine ile kavgaya tutuştular. Onların yardımlarını istemedikleri için direndiler. Ve yedi saat süren sözde savaşı başlattılar. İnsanlık kendisine yardım için uzatılan eli ısırdı. Bu sebeple ben de, dünyanın tam teslimiyetini müzakere etmek zorunda kaldım. Ben, inançlı biri değilim. Benim tanrım, akıl ve mantıktır ve akıl ve mantık, bize bilim yapmayı bırakmamız gerektiğini söylüyor. Anlamalıyız ki bilim, bizi yıkıma götürecek bir günahtır. İnsan bilimi bizi korumak için artık yasadışıdır ve yapanlar cezalandırılacaktır. Lütfen Combine’ın bize yardım etmesine olanak tanıyalım. Teşekkür ederim.”
Kurulan yeni dünya düzeninden sonra insanlık sözcüsü Wallace Breen’in sözleri, medeniyetimizin geldiği noktayı gözler önüne seriyor. Bu karakterin, kullandığı üslup ve olayları kendi açısından manipüle etme şekli oldukça tanıdık geliyor. Tam bir gerici ve ilerleme düşmanı olduğunu söylemek, bana kalırsa mümkün.
Teslimiyetin ardından, kurulan 17 şehirden herhangi birine akın eden insanlar bu sayede vahşi doğada Xen yaratıklarına yem olmaktan kurtuluyordu. Ancak bu şehirlerde de durum farklı değildi. İnsan orduları modifikasyon için Combine kamplarına götürülüyordu. Burada İnsan ırkının zayıf yönlerinden ayrılıp güçlü yönlerini ortaya çıkaracak şekilde modifiye ediliyorlardı. Sibernetik teknolojiler sayesinde dönüştürülen bu esir askerler, “Overwatch” adında, Transhuman bir ordu mensubu oldular. Bir zamanlar insan olan Overwatch askerleri, Combine’ın dünya üzerinde yeni askeri ve polis gücü oldu. Combine, işgal için getirdiği kendi birliklerini farklı seferlerde kullanabilmek amacıyla geri çekti ve dünyanın yönetimini dönüştürdüğü insan birliklerine bıraktı. Genetik biyomühendislik ve Sibernetik çipler gibi, Transhümanist yöntemlerle dönüştürülen Overwatch askerleri, muharebe yeteneklerini artırmak üzere modifiye edilmişlerdi. Acıdan muaf ve bellekleri silinmiş halde yeryüzünde dolaşmaya başladılar. Emirleri sorgulamıyor, duygusuzca uyguluyorlardı. Boğazlarından ses telleri alınarak yerine iletişim için telsiz cihazları takılmıştı. Bu sayede konuştukları her şey dinlenebiliyor ve kayıt alınabiliyordu. Tabi, kendi rızası ile Overwatch’a katılan insanlar da oluyordu. Combine propagandasından ve daha iyi yaşam, güzel yemekler, üreme simülasyonu gibi vaatlere kanıyor, insanlığa sırtlarını çeviriyorlardı. Kendi rızası ile Overwatch’a katılan siviller modifikasyon geçirmiyor ve sadece kolluk kuvveti olarak kullanılıyordu. Bununla beraber, Combine’a teslimiyeti kabul etmeyen ve isyan etmeye çalışan insanlar da ampute edilip bir dizi modifikasyon sonucu stalker adlı kölelere dönüştürülüyorlardı. Uzuvları koparılıyor, yerine mekanik eklentiler takılıyordu. Sindirim sistemleri sökülüyor, enerjiyi farklı yollarla karşılayan yapay organlar takılıyordu. Yüzleri koparılıyor ve yerine metal plakalar takılıyordu. Ses telleri ise tamamen sökülüyordu.

Kurulan 17 şehrin çevresi devasa duvarlarla kapatıldı. Siviller birer mahkum gibi numaralandırılıyor, üniforma giydiriliyordu. Savaşta oldukça azalan insan nüfusunu kontrol altına alabilmek için, insanlar kısırlaştırıldı. Yani, Yedi Saat Savaşı’nın ardından hayatta kalabilen az sayıda insan, türünün son örneğiydi. Şehirlerin suyuna, insanların hafızasını zayıflatacak ilaç karıştırıldı. Okyanuslar dev drenaj sistemleriyle kurutulmaya başlandı ve bu su kaynağı Combine’ın ihtiyaç duyduğu diğer gezegenlere aktarılmaya başlandı. Deniz seviyesi düştü, gemiler karaya oturdu. Combine yönetimi, oluşturduğu gaz tesisleriyle atmosferdeki yararlı gazları depoluyor, geriye insanların zar zor nefes alabileceği kadar oksijen bırakıyordu. Sadece doğayı değil, atmosferi dahi yağmalıyorlardı. Doğadaki bu yıkım ekosistemi altüst etti. Birçok hayvan türü yok oldu. Geri kalanlar da, Xen’den gelen vahşi yaratıklar ve Combine askerleri tarafından yok edildi.
İşte Freeman, 17. Şehre giden bir trende, derin uykusundan böyle bir atmosfer içerisine uyandırıldı.
“Kalkın ve harekete geçin Bay Freeman, kalkın ve harekete geçin. İş üzerindeyken uyuduğunuzu ima etmek istemedim, başka hiçkimse böylesine dinlenmeyi haketmiyor. Dünyadaki bütün çabalarımız boşa gidecekti, ta ki… Pekala. Sadece sizin zamanınız tekrar geldi. Yanlış yerdeki doğru kişi, dünyayı tamamen değiştirebilir. Bu yüzden uyanın Bay Freeman. Uyanın ve yıkımı hissedin.“
Merkez şehir olan 17. şehirde gözlerini açan Freeman, trenden indi ve bu kasvetli, karanlık atmosferde ilerlerken insanlığın geldiği noktaya ve Black Mesa’nın yarattığı yıkıma bir kez daha tanık oldu. Etrafını anlamaya çalışırken günlük rutin incelemeye takıldı ve Overwatch askerleri tarafından diğer sivillerden ayrılarak kimlik tespiti yapılması için farklı bir odaya götürüldü. Bunun ardından, Freeman’ı kenara çeken kişi maskesini çıkardı. Freeman, bu gördüğü yüzü çok daha önce de gördüğünü hatırladı: Kıyametin ilk gününde. Karşısındaki Barney Calhoun‘dan başkası değildi.
İnsanlığın yüce bir medeniyetten köleye dönüştüğü, Combine’ın almak istediği her şeyi kolayca çekip aldığı günümüzde, hiç şüphesiz Barney de Freeman kadar efsanevi bir karakterin, Vortigauntlar’ın Mesihi’nin dönmesine sevinmişti. Ve devamında atacakları her adım, suratsız, ismi dahi bilinmeyen bürokratın da söylediği gibi, dünyayı tamamen değiştirme potansiyeline sahipti.
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Eğer yazıyı beğendiyseniz, birçok alanda kaynak olarak kullandığım bu belgeseli izlemenizi öneririm. Aynı zamanda ilk oyunun Valve tarafından onaylı fanmade remake‘ini de oynamanızı tavsiye ederim. Hazır ilk oyunu bitirmişken, ikinci oyuna da göz atabilirsiniz. Bununla birlikte, karakterler ve olaylar hakkında daha ayrıntılı bilgi için Half-Life Wiki‘ye uğramayı unutmayın!