2000’li yılların başında, 16 Mayıs gününün sabahında gizli Black Mesa tesisinin 3. seviye araştırma bölümünde çalışan bir güvenlik görevlisi veyahut bilim insanı olsaydınız Gordon Freeman‘ın geç kaldığı işine aceleyle gittiğini görebilirdiniz. Bu Half-Life isimli efsanenin başlangıcıydı.
Teorik Fizikçi Freeman, normalde sakin bir şekilde deney prosedürünü başlatacak ve rotorları açacak olmanın gururunu yaşamalıydı, ancak Black Mesa ve insanlık tarihinin en önemli deneyine geç kaldığı için belki bu aklına bile gelmemişti. HEV Suitini giydi, anti-kütle spektometresinin bulunduğu korunaklı odaya girip deney prosedürünü başlatmak için harekete geçti. Test odasına girdikten sonra kontrol paneline gidip rotorları çalıştırmak için düğmeye bastı. Ancak, insanlık tarihinin ve Black Mesa’nın en önemli gününde işler hiç beklenilmediği ölçüde ters gitti. Bilim insanları, meraklarına yenik düşüp ışın çözünürlüğünü %90’a ayarlamak yerine, standart prosedürün üstünde olan %105’e ayarladılar. Bu sayede kristalin yapısı hakkında daha fazla bilgiye sahip olacaklardı. Freeman, deney prosedürünü başlatıp kristali hazneye itti. Lakin bir problem vardı. Kristal o kadar saftı ki, bu onu dengesiz kılıyordu. Aşırı yüklenmiş spektometrenin güçlü ışınları, kristalin yapısına zarar verdi ve deney, “Rezonans Çağlayanı” adı verilen olumsuz bir reaksiyonla sonuçlandı. Açığa çıkan enerji uzayın dokusunu yırttı. Dünya ve “Xen” olarak bilinen bir gezegen arasında boyutsal yarık oluşturdu. Ani bir patlamanın ardından, kristalin saflığı rastgele portallar açmaya başladı. Cihazı kapatmaya çalışan bilim insanları başarısız oldu. Black Mesa‘da çalışan birçok güvenlik ve bilim personeli patlamada hayatını kaybetti. 16 Mayıs, insanlık için sonun başlangıcı, öngörülemeyen sonuçlar zincirinin ilk halkasıydı.

Peki, durum nasıl bu noktaya geldi? Öncesinde ve sonrasında ne oldu? İnsanlık, Black Mesa‘da neyi başarmayı amaçladı? Ve, hepinizin de bildiği gibi, Half Life‘ın devam oyunlarında da tanık olduğumuz hale nasıl geldi? Bu soruların tamamını -ve belki de daha fazlasını- cevaplayacağım, Half Life evreninin tozunu silip süpüreceğimiz seriye başlamadan önce, asla gelmeyecek olan Half Life 3 için bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum sizleri.
“17 Mayıs. O gün, Black Mesa’da ne oldu? Kimse bir meteor düştüğüne inanmıyor. Görenler var. ABD Hükumeti nükleer bombayla bir araştırma tesisini yok ederek neyi örtbas etmek istiyordu? Başımıza gelenlerin sorumlusu kim? Tüm bu gizem ve komplo teorileri, her şeyin başlangıcı olarak Black Mesa’yı işaret ediyor. Domine edildik. Sömürüldük. Kısırlaştırıldık. Zihnimize hükmedildi. Genetiğimizle oynandı. Karşı çıkanlar katledildi. Boyun eğenler birer köleye dönüştürüldüler. İnsan aklının alamayacağı kadar kudretli bir güç, hepimize diz çöktürdü. On binlerce yılda kurduğumuz medeniyet, sadece 7 saatte yok edildi. Onlar için böcek bile değiliz. 17 Mayıs. O gün Black Mesa’da ne oldu? Olanların sorumlusu kim? Onları Dünya’ya Black Mesa mı davet etti? Tüm bunlar yaşanmadan önce, ABD hükumeti neyi örtbas etmeye çalışıyordu? Neden Black Mesa’yı New Mexico’nun dibine gömdüler? Bunların tamamı, İnsanoğlu için birer gizem olarak mı kalacak?”
Black Mesa… İnsanlık tarihinin en büyük buluşunun gerçekleştiği, binlerce yıllık medeniyetimizin saatler içerisinde neredeyse sona ermesine sebebiyet veren, insanoğlunun tamahkarlığını, doyumsuzluğunu bir kez daha gözler önüne seren olayın yaşandığı tesis. Hikayemiz, soğuk savaş yıllarında inşa edilen ve tamamen gizli olan Black Mesa adlı araştırma tesisinde başlıyor. Bu tesis, bir şehir kadar büyük ve ihtiyaç duyduğu elektriği elde edebilmek amacıyla yalnızca tesis için bir baraj dahi inşa edilmişti. Hepimiz ilk oyunun henüz başında metro ağının karmaşık sisteminde 3. seviye araştırma bölümüne ilerlerken Black Mesa’nın birçok alanını görme şansı bulduk. Gelişmiş robotlar, birbirinden çok farklı özelliklere sahip araştırma bölümleri, birçok biliminsanı ve güvenlik görevlisini izledik. Lakin Black Mesa sadece bunlar ile sınırlı değildi. Araştırma tesisi çok gizli olduğu için, orada çalışan güvenlik görevlileri ve bilim insanlarının dışarıya çıkması yasaktı. Bu yüzden, ailelerin de yaşayabilmesi için sosyal tesislere, gelişmiş metro ağına, hatta kendi gazetesine dahi sahip olan bu tesis gerçekten de basit bir araştırma tesisinden çok daha fazlasıydı. ABD hükumeti tarafından fonlanan, silah üretimi ve Savunma Sanayi’ne büyük katkıları bulunan tesisin en büyük amacı bunlar dahi değildi. Lokasyonlar arası madde aktarımını sağlamak için araştırmalarda bulunan, birçok ünlü bilim insanına ev sahipliği yapan Black Mesa zaman içerisinde bunu da başardı.

İnsanoğlunun tecrübe etmesi için henüz çok toy olduğu, hazır olmadığı bir dönemde halkın tabiriyle “Işınlanma” veyahut boyutlararası madde aktarımını icat ettiler. İcat teoride başarılıydı ancak büyük bir sorun vardı: İnanılmaz ölçüde enerji talep ediyordu ve bunu dünya kaynakları ile sağlayabilmek çok yüksek bir maliyete sebebiyet veriyordu. Ancak bu enerjinin maliyetini düşürebilirlerse, insanlığın günümüzde kullandığı otomobil, gemi, uçak ve tren gibi araçlara ihtiyaç kalmayacak ve zamandan, enerjiden tasarruf ederek seyahat edebileceklerdi.
Evrenin büyüklüğü sebebiyle yapılması imkansız uzay yolculuklarının ne kadar kolay olabileceğini hayal edin. Ay’a veyahut Mars’a gitmenin insanlık için ne kadar normal bir durum olacağını. Bu durum, hiç şüphesiz bilim adına çok büyük bir adım olacaktı lakin insanlık bu adımı atmaya çalışırken düştü ve bir daha kalkamadı. Her şey, bunların gerçek olabilmesi için Black Mesa’nın enerji maliyetini düşürmeye çalışmasıyla başlıyor. Ünlü bilim insanı ve “Bir Saniyede Buradan Oraya” kitabının yazarı Isaac Kleiner’ın öncülüğünü yaptığı bu teknoloji, negatif kütleye sahip egzotik maddelere ihtiyaç duyuyordu. Tesiste yapılan araştırmalar sayesinde bu maddeyi sentezlemeyi başardılar ancak yüksek enerji tüketiminin getirdiği akılalmaz maliyetlere çözüm olmadı. Black Mesa, bu sorunu dünya kaynakları ile çözemeyeceğini anladığında çözümü farklı bir alanda aradı. İcat edilen teknolojiyi evrende bu maddeyi bulabilmek için kullanmaya karar verdiler. Gözlemlenebilir evrenin dahi ötesine giden insanlık, evrenin her yanını aradı. Ve belki de yanlışlıkla, farkında dahi olmadan en büyük ikinci keşiflerini yaptılar: bu arayış esnasında yaşadığımız evrenin dışında çıktılar ve bir sınır dünyası keşfettiler. Bu dünyaya “Xen” adını verdiler. Oksijen ve suyun da bulunduğu Xen, geniş bir ekosisteme sahipti. Lakin, bunlardan daha da önemli olan bir şey vardı: bilim insanlarının yıllardır aradığı egzotik maddeyi burada bulmayı başarmışlardı. İnsanlığın “Xenium” ismini verdiği bu element Xen’de o kadar fazlaydı ki, artık teleportasyon en azından belli kesimlere çok daha ulaşılabilir ve kolay bir hale gelecekti.
Xen, gökadalarına sahip olmasıyla beraber, birçok yaşam formuna ev sahipliği yapıyordu. Bu gezegenin büyük kısmı, dünyada görülmeyen bir mantar türü ile kaplıydı. Işık saçan, garip ve çevreye duyarlı bir bitki örtüsü vardı. Öyle ki, bilim insanlarının “Xen Ağacı” olarak adlandırdığı bir canlı türü, bir ağaç gibi hareketsiz olmasına rağmen tehlike anında kendisini savunabiliyordu. Vatozlara benzer, uçabilen canlıları vardı. Organlarında asit barındıran yabani yaratıklardan devasa piranalara, uzay böceklerine ve üç bacaklı, yüksek frekansta sesler yayarak düşmanlarını korkutan ancak bir köpeğe benzer davranışlar sergileyen ve insanların “Houndeye” adını verdiği yaratık gibi birçok ilginç ve dünyada görülmemiş yaratıklara da ev sahipliği yapıyordu. Oyunda birçok kez gördüğümüz, tavana yapışan ve uzun dilini aşağı sarkıtarak avlanan Barnacle da bu gezegende sıkça bulunuyordu.

Black Mesa, artık Xen hakkında da araştırmalar yapmaya başlamıştı. Yaratıklara otopsi yapıyor, bitki örtüsünü inceliyor, doğayı ve evrimsel süreci anlamaya çalışıyorlardı. Ancak yine de, tesisin asıl amacı Işınlanma teknolojisi olmaya devam etti. Bu teknoloji ile açtıkları portallar sayesinde Xen gezegenine gidiyor, yakıt topluyor ve geri dönüyorlardı. Bu işte çalışan personeller bilim ve askeri açıdan donanımlı olmakla beraber Black Mesa Tehlike Kursu’nda eğitim alıyordu. Buna rağmen Xen gezegeninin tehlikeli ve vahşi ekosistemine ayak uydurmakta fazlasıyla zorlandılar. Yabani yaratıklarla dolu bu dünya, bazı görevlilerin ölümüne dahi sebep oldu. Uzun araştırmaların ardından, insanlık Xen’e bilim üssü kurmayı başardı. Böylece sınırsız kaynak elde etmiş oldu. Işınlanmak, artık Black Mesa özelinde oldukça basit bir durumdu. Black Mesa çalışanları, artık Xen sınırdünyasına daha sık gitmeye başladı. Hem kaynak topluyor, hem de bu ilginç gezegeni incelemeye devam ediyorlardı. Ne yazık ki, insanlığın Black Mesa’da attığı bu büyük adım, onlar için yeterli olmadı. Xenium adı verilen kristaller tek kullanımlıktı. Bu yüzden çabuk tükeniyorlardı. Işınlanmayı gündelik hayata entegre etmek bu noktada çok zordu. Bunu başarmak için, saf numuneler gerekiyordu. Saf numune bulunabilirse, bu teknoloji insanlığın gündelik hayatına yerleşebilirdi. Bilim insanlarının hırstan gözleri kararmıştı. Tüm asteroid adalarını aradılar ancak böyle saf bir numuneye rastlayamadılar. Bununla birlikte, tehlikeli bir yaşama sahip olan Xen gezegeninde cirit atmak da kolay değildi, insanlar istediği her yere elini kolunu sallayarak gidemiyordu.
Xen kristalleri, kullanılmadan önce kusursuz seviyede analiz edilmeliydi. Bu yüzden antikütle spektometresi adı verilen bir makinenin haznesine yerleştiriliyorlardı. Bu makine, ışınlanmak için gerekli olan enerji dalgalarını gözlemleme ve manipüle etmeye olanak sağlıyordu. Kristal numuneler bir asansör aracılığı ile test odasına çıkarılır, bir biliminsanı tarafından tekerlekli bir araç ile makinenin içerisine itilirdi. Oyunun henüz ilk bölümünde, rutin bir işlemmiş gibi -ki gerçekten öyleydi- Gordon Freeman’ı canlandıran siz bu aracı makineye itip sonuçlarını gördüğünüzde, neden ve nasılı bir çok kez tekrarladığınızı biliyorum. Biraz da oraya değinmek istiyorum.
Bir gün, Black Mesa’da sıradan bir gün gibi başladı ancak olaylar hiç öyle devam etmedi. Black Mesa’nın idari sorumlusu Wallace Breen‘in test edilmesi için getirdiği Xenium numunesi, çok yüksek saflık oranına sahipti. Bu, Black Mesa tarihinde görülen en saf numuneydi. Bu kristal araştırma tesisine öyle yüksek bir enerji sağlayacaktı ki, artık Xen’den kristal taşımak zorunda kalmayacaklardı. Bu kristal, Wallace Breen’e gizemli bir kişi tarafından verilmişti. Kim olduğu bilinmeyen, hiçbir kayıtta adı geçmeyen suratsız, takım elbiseli bir adam tarafından… Uğursuz bir bürokrat. O gün, onu görebilen iki kişiden biri olan bilim insanı Ali Vance’e, “Öngörülemeyen sonuçlara hazırlıklı olun.” deyip ayrılan bu adam, tam on iki oyunluk bu efsanevi Half-Life serisinin birçok kısmında ürkütücü bir şekilde bizi izlerken gördüğümüz, onu farkettiğimiz anda yavaşça oradan uzaklaşan G-Man’den başkası değildir.

Medeniyetimizi neredeyse sona erdiren, insanlığı bir köleye dönüştüren olaylar silsilesinin başında, yalnızca insanlık değil, bir çok medeniyetin kaderini belirleyecek olan bu zincirleme olayların ilk aksiyonu, ona aitti. Suratsız, takım elbiseli, adı sanı bilinmeyen bir bürokrata. İnsanlık onun kim olduğunu asla öğrenemedi.
“17 Mayıs. O gün, Black Mesa’da ne oldu? Kimsenin şu meteor saçmalığına inanmadığını biliyorsunuz. Tüm bunları başlatan kişinin kim olduğunu merak ediyoruz. Bizden biri miydi? Devlet neyi gizliyordu? Onları biz mi davet ettik? Yoksa onlar mı bizi buldu? Barışçıl olmalarını beklemiyorduk ama kainatlara hükmeden bir imparatorluğa karşı nasıl karşı koyabilirdik? Sadece yedi saat sürdü. Eğer Breen onlarla anlaşmasaydı, çoktan kökümüzü kazımışlardı. Aramızdalar. Dünyayı bir hayvan çiftliğine dönüştürdüler. Damızlık gibi sağılıyoruz. Bize hükmediyorlar. Yanıbaşımızdalar. Her şeyi görüyorlar ama biz onları hiç görmedik ve kim olduklarını bile bilmiyoruz. Bu nasıl bir güç? Onları davet eden kimdi? 17 Mayıs’ta, Black Mesa’da ne oldu?”
16 Mayıs’ta, Black Mesa’da İnsanlık tarihinin en önemli iki buluşu, yine aynı insanlığın sonunu getirmeye başladı. Gordon Freeman’ın makine haznesine ittiği kristal numunesi, saflık oranı yüksek olduğu için stabil değildi, aksine çok dengesizdi. Buna rağmen gözünü hırs bürümüş bilim insanları standart prosedürün de üstüne çıkıp güvenlik sistemini de kapatarak numuneyi %105 ışın çözünürlüğü seviyesinde incelemeyi tercih ettiler. Bu sayede, kristalin yapısı hakkında daha fazla bilgiye sahip olabilirlerdi. Ve oldular da. Stabil olmayan bir kristalin ne denli sonuçlara yol açacağını, -birçoğu ölse de- gözleriyle, insanlığa yaptıklarıyla gördüler. Kristalin kontrolden çıkması ve Black Mesa’nın bir kısmını havaya uçurup, sayısız portal açması Xen ekosisteminde bulunan canlıların bu portallardan girerek Black Mesa sakinlerine saldırmasına sebebiyet verdi. İnsanoğlu ve birçok medeniyetin kaderini belirleyen bu olay, insanlık için kontrol edilmesi zor bir hal almaya başlamıştı bile. Öngörülemeyen sonuçlar, insanoğluna bu buluş için, ışınlanma için insanlığın ne kadar tecrübesiz olduğunu somut kanıtlarla gösterecekti.
Portallar ile Dünya’ya ışınlanan Xen canlıları korku ve şaşkınlıkla etrafına saldırmaya başladı. Headcrabler, Barnaclelar ve daha birçokları insanları öldürmeye başladı. ABD hükumeti olayı kontrol altına alabilmek adına askeri birliklerini Black Mesa’ya yolladı. Askeri kuvvetler tesise vardığında bu yıkıma tanık oldular ve durumun ciddiyetini üstlerine bildirdiler. Bunun üzerine, yepyeni bir emir aldılar: Olayın üstünü kapatabilmek için, yaşayan herkesi öldürmek.
Böylece Black Mesa’da üç taraflı bir savaş başladı. Portaldan ışınlanan ve ne olduğunun bile farkında olmayan tehlikeli Xen yaratıkları, hayatlarının çoğunda insanları öldürmek için eğitim almış özel bir birliğe bağlı askerler ve Black Mesa’nın hayatta kalabilen sakinleri: Gordon Freeman ile beraber. İnsanlık tarihi için utanç günü olan 16 Mayıs’ta, askerler birçok ünlü biliminsanını aileleriyle beraber katletti. Bilim insanları, askerler veyahut uzay canlıları tarafından öldürülmemek için saklanmaya başladı. ABD ise bu olanları teröre ilişkilendiriyordu. Kristali hazneye yerleştilen Freeman, terörist elebaşı ilan edildi. Tesiste yaşayan her canlıyı öldürme emri alan askerler, gördüklerine oldukça şaşırmışlardı. İlk kez karşılaştıkları garip yaşam formlarıyla karşılaşan askerler yaşadıklarının da şokuyla oldukça agresif davranıyorlardı. Yine de başarısız oldular. Zira Xen canlıları anlamsız yeteneklere sahipti, sürekli açılmaya devam eden portallar sayesinde tesise gelmeye ve gördükleri herkesi öldürmeye devam ediyorlardı. Bununla beraber tesisin büyüklüğü sebebiyle Black Mesa sakinlerinin de saklanacak çok yeri vardı. Bu başarısızlığın ardından ABD hükumeti, tesisi termonükleer bir patlayıcıyla havaya uçurması için CIA yetkililerini görevlendirdi. Olayları örtbas etmenin farklı bir yolu…

Tüm bunlar yaşanırken, serinin iki oyununda da yönettiğimiz başkarakterimiz Gordon Freeman kendisine farklı bir yol çiziyordu. Xen gezegenine gidecek ve portalları kapatmanın bir yolunu bulmaya çalışacaktı. Ancak hepimizin de oynayarak tecrübe ettiği kadarıyla yolu birçok kez Xen yaratıkları ve kana susamış askerler tarafından kesilecek, bu uzun ve meşakkatli yolda gördüğü bilim insanlarına yardım ederek, Black Mesa güvenlik görevlilerinden yardım alarak insanlığı kurtarmaya çalışacaktı. Ancak ne kadar çabalarsa çabalasın, portallar kapanmasa dahi bu önümüzdeki günlerde insanlığın en küçük problemlerinden biri olacaktı.
İnsanoğlunun yıkımına sebebiyet veren Uğursuz Bürokrat’ın da deyimiyle bu “öngörülemeyen sonuçlara” bir sonraki yazımda değinecek, en büyük icadın bir ölüm fermanına dönüşmesini sadece oyunlarda bize gösterilen kadarı ile değil, yazıya birçok alanda kaynak aldığım bu belgeselde anlatılanlar üzerinden bahsetmeye devam edeceğim.
Bununla birlikte, bu yazıyı okuduktan sonra olur da seriyi tekrar oynamak isterseniz, serinin ilk oyununun remake’i olan ve 2020’de tam sürümü çıkan tamamen fan yapımı “Black Mesa” adlı oyunu da kaynak olarak kullandığımı belirtmek isterim.
Kaynaklar
Half-Life
Half-Life Belgeseli
Half-Life Fan Remake Black Mesa
Half-Life Wiki