Nurten Hanım, otuz sene önce şehrin iyi mahallelerinden sayılsa da artık nispeten kötü kısımlarından olarak görülen bir mahalledeki üç katlı apartmana girip ikinci kata çıktı. Bina çok eskiydi, yıkılır diye merdivenleri büyük bir korkuyla çıkmıştı. Basamakların kuytu kısımları tozla kaplanmıştı, inip çıkanının çok fazla olmadığı gibi binaya bakan birinin olmadığı da belliydi. Uzun bir yürüyüşün ardından kapının önünde azıcık durup soluklandı. Kapıya baktı. İçeriye girmekten çekiniyordu. Bu binanın kapısına içerideki teyzenin kardeşinin torunu, yani arkadaşı Nuray sayesinde gelmişti. Nuray’ı çok severdi, yakın arkadaşıydı. Halasının alzheimer olduğunu, artık kendine bakacak durumda olmadığını söylemişti Nuray. Başka akrabaları onu doktora götürmüş, kendisine bakacak kimsesi yokmuş, herkes meşgulmüş ama tek başına kalması da tehlikeliymiş. Nurten Hanım, kadına çok acımıştı. Nuray da ona, halasına bakabilecek tanıdığı birisinin olup olmadığını sorunca Nurten, maddi durumları bugünlerde sıkışık olduğu için Nuray’a halasına bakabileceğini söyleyivermişti.
Kapının üstündeki isime baktı. “Hacı Kaya” yazıyordu. Nuray, halasının eşinin yıllar önce öldüğünü söylemişti. Bu ismi değiştirmediğine göre demek ki bu kadın yıllardır buralarda oturuyordu. Kapıyı çaldı. Yaklaşık otuz saniye sonra zile tekrar basacaktı ki kapı açıldı. Nurten içeri girdi.
“Merhaba teyzecim!” dedi. Karşısındaki kadın onu tanımışa benzemiyordu. Oysa Nuray, daha dün Nurten’i aradığında “Amca kızım oralarda oturuyor, o gitti konuştu, halam kabul etti seni.” demişti. Şaşkın şaşkın ona bakan kadın konuştu.
“Sen kimsin be kadın?”

“Unutmuş, normaldir, alzheimer hastası sonuçta.” diye düşündü Nurten. “Ben senin komşunum teyze, hatırlamadın mı beni? Ziyarete geleyim, sana arkadaşlık edeyim dedim!” diye cevap verdi Fatma Teyze’ye. Nuray eğer halası onu tanımazsa, ona komşusu olduğunu söylemesini tembihlemişti. Kadın inatçıymış, ne kadar yardıma muhtaç olsa da herhalde kendine yediremediğinden bakıcı istemiyormuş. Fatma Teyze, Nurten’e eliyle kış kış yaptı ve konuştu.
“Ben seni tanımam etmem! Komşu olsan tanırdım seni, hadi yallah! Beni soymaya mı geldin sen? Benim malım mülküm yok, evimden bir şey çıkmaz! Başka kapıya!” diye onu kovdu. Nurten Hanım şaşırmıştı ama ikiletmedi, uyarılmıştı bu konuda. Evden çıktı ve Nuray’ın amcasının kızı Esin’i arayıverdi.
“Alo? Merhaba, ben Nurten. Evet, dün Nuray’ın bahsettiği. Özür dilerim sabah sabah rahatsızlık verdim ama halanız beni evden kovdu. Müsaitseniz buraya gelebilir misiniz acaba?”
Bu çağrının üzerine Esin hemen üstüne bir şeyler alıp evden çıkmış, 20 dakika içerisinde oraya gelmişti. Bu sefer Esin kapıyı tıklattı. Halası kapıyı açar açmaz Esin’i görmesiyle konuştu.
“Sen buralara uğrar mıydın hiç Esin? Hoş geldin, sefa geldin, yanındaki kim?”
Esin, halasına belli etmeden Nurten’in kulağına eğilip “Bak, gördün mü? Daha dün konuşmaya gelmiştim!” dedi. Nurten Hanım, bir kere daha acımıştı bu yaşlı kadına.
“Yanımdaki mi kim? Senin komşun var ya alt kattan hala, hatırlamıyor musun? Az önce kapıda karşılaştık, o da sana geliyormuş. Beraber seni ziyaret edelim dedik.”
“Ne bileyim ben Esin! Ziyaret edenim mi var da hatırlayayım komşularımı.” Bu sefer ikisini de içeriye buyur etti. Nurten, salona geçerken bu küçük evi hızla inceledi. Mutfaktan gelen kötü bir koku, tüm evi doldurmuştu. Yüzünü buruşturdu, daha sonrasında ayıp bir şey yaptığını düşünerek telaşlandı ve yanındakilerin yüzüne baktı. Pek fark etmişe benzemiyorlardı. Yine ev gibi küçücük olan salonda iki kanepe, bir de televizyon vardı. Koltuklar eskiydi, birisi açılmıştı. Kadının bu koltukta yattığı belliydi, Esin ve kendisi diğer koltuğa oturdular. Fatma Teyze de açık koltuğa geçti. Havadan sudan sohbet etmeye başladılar.
“Nasılsınız Esin? Sağlığınız iyidir inşallah!”
“İyi halacım iyi, sen nasılsın?”
“Ben de n’apayım işte, her yerim ağrıyor! Canım da sıkılıyor tek başıma, keşke biri alıp beni evine götürse!
Nurten, Esin’in yüzüne baktı. Esin de Nurten’e dönüp konuştu.
“Geçen hafta amcamın diğer kızı Ayşe ablamgil aldı da evine götürdü, kaldı orada bir hafta kadar, unutuyor ama! Biz de sürekli eve götüremiyoruz gerçi çocuklar var, onların okulu var, sürekli her şeylerine karışıyor halam, çocuklar da rahatsız oluyor.”
Fatma hala “çocuklar” kelimesini seçmiş olacaktı ki sohbet devam etsin diye konuştu, canı sıkılıyordu.
“Senin çocuklar da mı vardı Esin?”
“Evet hala, iki tane hem de. Biri lisede, biri ortaokulda.”
“Maşallah, maşallah.”
Sohbet bu şekilde hal hatır sormayla devam etti, eski günler yad edildi. Fatma, aynı soruları en az üç beş kez soruyor, Esin de hiç usanmadan bıkmadan cevaplıyordu. En son konu Nurten’e geldi.
“Sen ne yapıyordun? İşin gücün var mı senin? Kocan, çocuğun var mı?” dedi.
Nurten, çekingen bir şekilde cevapladı. “Ev hanımıyım ben. Evliyim, 3 tane de çocuğum var.”
“Hala, Nurten sana yardım etmek istemiş. Sen yaşlısın, hastasın ya, sana işlerinde yardım edecek, ilaçlarını verecek. Bundan sonra her gün burada!” dedi Esin.
“Benim neme lazım yardımcı? Gören de elden ayaktan düştüm sanacak! İstemez!” Herkes onun böyle davranmasına alışmıştı, kendi durumunu fark etmemesi üzücü geliyordu. Esin, Nurten’e dönerek fısıldadı.
“Sen istersen git, mutfaktan başla. Kokuyordu orası, kesin yine dolabın fişini çekti! Dolapta çürüyüp küflenebilecek ne görüyorsan hepsini çaktırmadan at. Görünce ona da sinirleniyor!”

Böylece Nurten’in o günkü görevleri başlamış oldu. Fatma teyze arada sırada geliyor “Bu n’apıyor böyle, evimde istemem ben!” diyor ve ardından Esin’in onu oyalamasıyla unutuyordu. Bir süre sonra Fatma teyze ses çıkarmamaya başladı, hatta Nurten’e alışıp onunla sohbet etmeye gitmişti. Esin’in o gün doktorda işi vardı, öğleden sonra gitmişti ve Nurten ile halasını yalnız bırakmıştı. Evden kovulup kovulmayacağına emin olamayan Nurten, Esin’in gitmesini istemese bile Esin gitmek zorundaydı. Tedirgin bir şekilde evi süpürmeye başlamıştı ki Fatma teyze iki büklüm zorla yürüyerek yanına geldi. Yürümekte zorlanan bu kadın acaba nasıl tek başına yaşıyor, daha doğrusu hayatta kalabiliyordu? Buzdolabı çürük yiyeceklerle doluydu, kış gelmişti ve evi soğuktu, ilaçlarını da almayı unutuyordu. Geldiğinden beri hissettiği bu acıma duygusu daha da şiddetlendi.
“Durdur hele şu süpürgeyi! Sabahtan beri iş yapıyorsun! Gel de azıcık televizyon izleyelim.”
Nurten, bu cana yakın davet karşısında şaşırmış olsa bile reddedecek hali yoktu. Salona geçip beraber haberleri izlemeye başladılar. Her haber sona yaklaştığında Fatma teyze haberin başından sonuna kadar izlemiş olsa bile “Ne olmuş, ne diyorlar?” diye soruyordu. Nurten de her seferinde ona cevap veriyor, onunla konuşuyordu. Bir süre sonra kırk yıllık ahbap gibi konuşmaya başladılar. Fatma teyze, geçmişte olan şeyleri çok iyi hatırlıyor, onları anlatıyordu. Annesinin nasıl öldüğünden köydeki eski komşularının eteklerinden onun yastık kılıfının yapılmasına kadar küçücük şeyleri hatırlıyordu ama her hafta gördüğü Esin’i ve onun her ay gördüğü çocuklarını hatırlamıyordu. “Alzheimer garip hastalık!” diye geçirdi içinden Nurten.
Saatin geç olmaya başladığını fark edince ayağa kalktı. “Ben süpürmeyi bitireyim teyze, öyle konuşuruz.” dedi ve evi kaldığı yerden süpürmeye devam etti. İşi bitince azıcık daha oturup konuştular. Daha sonra Nurten, artık kalkması gerektiğini söyledi. Fatma teyze onu kapıdan geçirmek istiyordu, Nurten ne kadar “Kendini yorma teyze!” dediyse bile onu dinlemedi ve onunla kapıya kadar yürüdü. Nurten tam merdivenden iniyordu ki Fatma teyze konuştu.
“Kız, yarın yine gel tamam mı?”
Esin, yüzüne buruk bir gülümseme kondurdu ve başını salladı. Ardından Fatma teyzeye el salladı ve merdivenden inmeye başladı, en aşağıya indiğinde arkasını dönüp kapıya baktı. Fatma teyze oradaydı. İçi bir kere daha acıdı.
Ertesi gün sabah büyük bir heyecanla gelip kapıyı çaldı. Fatma teyze kapıyı açar açmaz içeri girdi ve “Nasılsın teyze?” diye sordu.
Aldığı cevap “Sen kimsin be kadın?” oldu.
—