Parasite (Parazit), 2019 Oscar’da En İyi Film ödülünü alarak yıllardır süregelen Oscar tarihinde ana dili İngilizce olmayıp da Oscar alan ilk film olmuştu! 2019 Oscarlarında favorim her zaman Parazit’ti ancak çoğunluk tarafından “ırkçı” olmakla suçlanan akademi üyelerinden dolayı Yabancı Dilde En İyi Film ödülü dışında bir ödül alabileceğini hiç düşünmemiştim. Oscar 2019, özellikle son 2-3 yıla göre şaşırtıcı bir şekilde davranarak ödüllerin çoğunu adilce dağıttı- Kabul edelim, hepimiz berbat bir ödül töreni bekliyorduk.
Bong Joon Ho‘nun yedinci filmi olan Parasite (Diğer filmlerini de izlemelisiniz bu tatlış amcamızın, kendisi harika bir yönetmen!) aslında Kore’deki toplumsal sınıf farkı üzerine çekilmiş bir film. Ancak filmin çekimleri bittikten sonra Bong Joon Ho, farklı izleyicilerden neredeyse aynı tepkileri almış. Hatta bu konu üstüne şöyle diyor:
Filmi yönetirken Kore kültürünü hassas bir şekilde ifade etmek istedim ve düşündüm ki film yabancı birisinin gözünden tamamen Korelilik doluydu ancak film bittikten sonra yeniden çekimlerde farklı izleyicilerden gelen tepkiler neredeyse aynıydı. Bu da fark etmemi sağladı ki aslında konu, evrenseldi. Eninde sonunda hepimiz ‘Kapitalizm’ adlı ülkede yaşıyoruz. Bu da tepkilerin evrenselliğini açıklıyor.
Bong Joon Ho
Bu filmi bu kadar korkmamız gereken bir hale getiren şey de bu. Bu cümlemi açıklamadan önce, size bu filmden biraz bahsedeyim.

Film esasında Kore’de yaşayan biri fakir, diğeri zengin iki ailenin tezatlığını anlatıyor. Parazit, kelime anlamıyla bir canlıya bağımlı olarak yaşayabilen ve üzerinde yaşadığı canlıya zarar da verebilen organizmalara deniyor. Filmimizin parazitleri gerek yaşadıkları ev ve mahalle, gerekse Park ailesinin evlerini ele geçiren ve onların sırtlarından geçinen Kim ailesi. Kim ailesi, öyle kötü durumda yaşayan bir aile ki sokakta sarhoş gezip buldukları boş köşelere işeyen insanların bile daha alt seviyesinde yaşıyorlar!
Filmde Kim ailesinin fakir ancak iyi eğitimli, zeki ve kurnaz olan çocuklarının, kendi ailelerini, onlara göre biraz daha saf kalan fakat oldukça zengin olan Park ailesinin ‘ekosistemine‘ gizliden gizliye entegre etmelerini izliyoruz. Filmde eğitim ve zeka seviyesi gelir durumuna bağlanmamış ancak kurnazlık… Burası biraz farklı bir konu işte.
Kim ailesinin kızı olan Ki-Jeong’un, Park ailesi hakkında, “Eğer biz de zengin olsaydık, biz de saf olabilirdik.” temalı laflarıyla toplumsal sınıf farklarının insanları ne kadar farklı dünyalarda yaşattığını anlayabiliyoruz.
Parasite ‘ın ilk kısmında her şey sakin ve iyi, hatta o kadar iyi ki bir süre sonra “Bu insanlar ne zaman fark edilecek? Nasıl kurtulacak?” gibisinden sorular sormaya başlıyorsunuz. İçten içe ne kadar kötü bir şey yaptıklarını fark ediyorsunuz ve filmin anlatılışı gereği saf bir aile olan Park ailesinin bu parazitlerden kurtulmasını diliyorsunuz. Ama yine de –eğer ortalama bir ekonomik seviyedeyseniz ya da altındaysanız- Kim ailesinin başlarının belaya girmeden kurtulmasını da istiyorsunuz.

Parasite ‘ın ikinci kısmı ise tam bir ters köşe. Tertemiz bir aile sandığımız Park ailesinin de gerçek halleri, sonunda gözler önüne seriliyor. Filmde, Park ailesinin bir araya geldiği bir sahne yok bile diyebiliriz! Bir araya geldikleri ya da aile olarak yaklaştıkları anlar, genelde bir arabanın içinde hepsi mutsuz bir haldeyken ya da ebeveynlerin bir koltukta sıkışmış halde dışarıda kamp yapan oğullarını izledikleri sahne gibi sahneler oluyor. Bu sahneler ise genellikle zenginliklerinin problemlerine çözüm bulamadığı sahneler oluyor.
Devasa evlerinin içerisindeki şeylerden haberi olmayan bu aile rahatlığa o kadar alışmış ki oğullarına epilepsi krizi geçirten ‘bu şeyin‘ bir ‘hayalet‘ olduğunu düşünmek istiyor çünkü aksi takdirde rahatları bozulur. Ancak tabii ki gördüğümüz bu adama pekala bir hayalet diyebiliriz. Yıllarca bodrumda yaşamış, kendini ve benliğini kaybetmiş ve delirmiş bir adam… Sessizce evin içerisinde dolaşıp yemekleri çalan bir adam… Hayalet değil de nedir? Ya da bu filmin konseptine uygun olarak bu adama, Geun Sae’ye rahatlıkla bir parazit de diyebiliriz.
Geun Sae’nin ve eşi Moon-Gwang’ın hikayesi ortaya çıktıkça Parasite ‘ın temposu ve şiddeti de bir o kadar artıyor ve emekçi sınıfı ailelerin içten içe zengin ailelere ne kadar kinlendiği ortaya çıkmaya başlıyor.

İkinci paragrafta sizlere, filmden korkmamız gerektiğini söylemiştim. Bunun sebebi bize filmin “Bu kapitalist toplumda, asıl parazitler kim?” sorusunu sorması. Bir yandan zengin kesimin işlerini bıkkınlıkla yapan ve onların masumluklarından yararlanan fakir kesim, diğer yandan fakir kesimin işleriyle hayatlarına rahatça devam edip onların yaşadıkları durumu umursamayan zengin kesim. Park ailesinin evine yerleşen Kim ailesi… Onların bodrumunda yaşayan Geun Sae… Bay Park’ın yolunu aydınlatan ışıkları teknoloji mucizesi sanırken aslında onun haberi bile olmadığı bodrumunda yaşayan ve bir nevi akıl sağlığını onun yolunu aydınlatan lambaları yakarak koruyan Geun Sae…
Bayan Park’ın telefonda önceki gece yağan yağmurun etrafı temizlemesinden bahsederken evlerini su basan kişileri görmezden gelmesi de filmde zengin tabakanın umursamazlığına güzel bir örnek. Peki Park ailesinin kokmaya başladıkları an Kim ailesinden kaçmaya başlaması? Park ailesi bize filmde tatlı, masum kişiler olarak sunulsa da konu kendi refahlarına geldiği zaman diplerine kadar gelmiş “kokuyu” görmezden gelmeye, ondan uzaklaşmaya başlıyorlar. Zengin tabakanın, onların lükslerine sahip olmayan kişilerden kendilerini uzaklaştırmasını anlatan harika bir metafor.
Filmi izlerken Kim ailesinin, Park ailesine bir noktada hayranlık duyduklarını ve film ilerledikçe kendi sınıflarının daha da farklına vardıklarını, bulundukları yere ait hissetmediklerini eminim ki siz de fark etmişsinizdir. Park ailesi hakkında en sevdikleri şeylerin ne olduklarını konuştukları sahne ve Kim ailesinin oğullarının, Park ailesinin kızına “buraya aitmiş gibi gözüküp gözükmediğini” sorduğu sahnelerde ait oldukları sınıfları zenginlerle beraber olmalarına rağmen daha da keskin bir şekilde hissettiklerini net bir şekilde görüyoruz. Buna kültürel hegemonya deniyor.
Kültürel hegemonya, yönetici sınıfların lehinde iken dominant dünya görüşlerine uymayan kişilere dominant kültürün özenilecek bir şey olduğunu öğretir. Bu filmde de Kim ailesinin, Park ailesiyle zaman harcadıkça onlara daha fazla özendiğini görüyoruz. Onlar gibi giyinmeleri, onlar gibi banyo yapmaları, onlar gibi yemeleri… Filmin sonunda Kim ailesinin oğlunun, Park ailesinin evini aldığını görüyoruz. Bu da bize filmin fakir tabakanın lehine bittiğini düşünüyor ancak görüyoruz ki bu sadece oğullarının bir hayali. Hatta Bong Joon Ho bir röportajında, Kim ailesinin oğlunun o evi almak için 564 yıl çalışması gerektiğini söylüyor.

Çağdaş kapitalizmin bize öğrettiği bir şey vardır, o da “yeterli çalışmayla hepimizin zengin olup iyi evlerde mutlu hayatlar sürebilecek” olmasıdır. Ama zengin tabaka, onlar için çalışan fakir tabaka sayesinde gittikçe zenginleşirken fakir tabakanın güzel bir ev alması yemeden içmeden hiçbir harcama yapmadan 564 yıl çalışmasını gerektiriyor. Filmde Kim ailesinden bu ortama uyabilen tek kişinin, Kim ailesinin filmin sonunda öldürülen kızı olduğunu da görüyoruz. Ayrıca film sonunda Park ailesi kaçıp giderken Kim ailesi kapana kısılıyor. Anlayacağınız, fakir kesimin pek bir şansı yok.
Peki filmde fakir aileler aralarında tartışırken Park ailesine hiçbir şeyin dokunmaması? İçinde bulunduğumuz toplum düzeninde artık zengin olmak için bile değil, daha az fakir olup daha az ezilebilmek için çalıştığımızın çok güzel bir metaforu.
İşte bu içinde yaşadığımız dünya ve işte bu da Parasite’tan neden korkmamız gerektiği. Parasite, beni çok etkiledi. Hatta filmden sonra yaşadığım ve beni gerçekten etkileyen bir olayı anlatmak isterim size.
Filmi sinemada izlemiş, seanstan gece yarısı çıkmıştım. Her yerde kar vardı ve yağmur yağıyordu. Filmi izlediğim yer, şehrimin en gözde mahallelerinden birisiydi. Sokaklar bomboştu ve benim kendi evime gitmek için yokuş aşağı inmem gerekiyordu. Benim yaşadığım yer, orta halli kişilerin oturduğu bir mahalle. Yağmur altında koşarak kendi evime giderken bir şey fark ettim. Yağmur, zenginlerin mahallesinden benim evimin olduğu mahalleye doğru iniyordu ama bizim apartmanlarımıza girmiyordu. Bizim mahallemizin arkasındaki mahallede bulunan üç katlı, bodrumlu evlere doğru akıyordu yağmur. Olduğum yerde durdum ve benim de Park ailesinden pek bir farkım olmadığını düşündüm. Ben ilkokulu, nispeten fakir bir mahallede okumuştum ancak kendimi zenginlerin mahallesine atabildiğim anda orayla bağlantımı kesmiş, oradaki kişilerin gerçekliklerine burun kıvırmıştım. Tam o sırada aklıma Bong Joon Ho’nun sözü geldi.
Suyun kendisi önemli değil ama su yukarıdan aşağıya doğru akar. Bu filmdeki trajik ve üzücü unsurun bu olduğunu düşünüyorum. Su her zaman zenginden fakire akar, asla diğer yönde akmaz.
Bong Joon Ho
Herkesin bu filmi izlemesi ve içinde yaşadığımız topluma olan farkındalığını arttırması gerektiğini düşünüyorum. Sizin film hakkındaki görüşleriniz nedir?