Merhaba! Uzun bi aradan sonra sizlere şu sıralar gündemimizden asla düşmeyen “Pera Palas’ta Gece Yarısı” isimli yeni Netflix dizisinden bahsetmek için buradayım. Geçtiğimiz hafta yayınlanmış olan bu dizi, gerek oyuncu kadrosu hakkında olsun, gerek estetikliğiyle beni de kendine hayran bırakan gala gecesi hakkında olsun çok konuşuldu. O yüzden ben de diziyi bitirir bitirmez dedim ki hiç eksik kalmayayım, biraz da ben konuşayım. Tabii ben, eleştirilerimi sunsam da bu yazı üzerinden kimseye bir nefret söyleminde bulunmayacağım.
Bu dizinin beni yer yer kendine çekip bıraktırmayan, “Ne oluyor ya?” diyerek devam etmek için heyecanlandıran, yer yer bir gecede bitirdiğim diziler kadar sarmayan bir rutini vardı. Yani tabii, belki siz bir gecede tüm sezonu yalayıp yutmuş olabilirsiniz ancak 1919’a git gel derken ben epey bir yoruldum. Şaka. Pere Palas’ta Gece Yarısı’nın kafa patlatmanız gereken, neyin nerede olduğunu anlayamadığınız bir kurgusu yok, hatta bazı hareketleri olmadan tahmin edebiliyorsunuz ve bu heyecandan hiçbir şey azaltmıyor bile, o kadar diyeyim. Ama gelin görün ki, bir yandan bana az sonra sizlere de bahsedeceğim soru işaretlerini de oluşturdu. Yine de onlardan bahsetmeden önce birazcık dizinin konusundan bahsetmeyi daha doğru buluyorum.

Dizimizde, Esra isimli gazeteci bir kadın Pera Palas’ın 130. Yılı hakkında bir yazı yazmak üzere otele gidiyor ve oranın müdürü Ahmet Bey ile gün boyu bu otel hakkında konuşup fikir edindikten sonra, bastıran yağmur sebebiyle evine dönemeyip Pera Palas’ta Gece Yarısı geçirmek zorunda kalıyor. Başına geleceklerden habersiz, “Şimdi burada bir gece mi geçireceğim ya?” diye sevine sevine odasına gidiyor ancak saatler gece yarısını gösterdiğinde olan oluyor, aslında pek de olağan bir yer olmayan Pera Palas’ın büyüsü Esra’yı da içine çekerek canlanmaya başlıyor. Günümüzden, 1919 yılına gittikleri yetmiyormuş gibi, bu yılda sebep oldukları karışıklıklar yüzünden Mustafa Kemal Paşa’nın hayatını kurtarmak zorunda kalıyor, daha doğrusu kalıyorlar, çünkü bu süreç boyunca hayatını bu zaman tüneline, buna sebep olan anahtarları korumaya adamış olan otel müdürü Ahmet de bu olayda ona yardım ediyor. O dönemde Paşa’ya düzenlenen bu suikasti önleyemezlerse, sanıyorum ki olacakları hiç birimiz düşünmek istemeyiz.
Buraya kadar spoilersız bahsetmiştim ama buradan sonrası için küçük bir spoiler uyarısı vermek durumundayım. İzlemeyen arkadaşlar devamını okumaktan pek memnun kalmayabilir, izledikten sonra gelin siz.

Dizi iyiydi, güzeldi, hoştu ama birkaç şeyden bahsedeceğim ki elbet bana katılmayanınız da olacaktır. Ancak, gelin konuşalım şimdi. Diziye başladım, 1919’a gittik, ilk başta şahane bir fantastik kurgu var, seni tamamen içine çekiyor ve her şey akıyor. Geçmişe gittiği ilk gece Esra, balo gecesinin ortasına düştü. Bu sahnede biraz her şeye burnunu sokan biri olduğundan “Ne oluyor ya?” sorusunun üstünde haddinden az durup, ortama karışmasını bir nebze anlayabildim ama yabancı subayların karşısına oturup, Atatürk’ün tüm planlarını anlatmak hangi akla hizmetti bilemedim. Bu sahnede konuşulanlar da, Esra’nın tavırları da beni sahneyi beğenmemeye itti ama işte dizinin bir şekilde karışması gerekiyordu ve bunu Esra’nın zamanın tehlikesini henüz idrak edemeyişi üzerinden yapmışlar. Kaldı ki bana sorarsanız, Esra zamanının tehlikesini uzun bir süre daha idrak edemeyecek, etse de bununla başa çıkmak isteyecek, çünkü karakteri böyle. Bu arada şunu belirtmek istiyorum, Esra karakterinden pek hoşlandığım söylenemez. 2022’den gelmiş bir insan, ortamın koşullarına elbette adapte olamayarak oraya ait gözükmemeli, hiç kimsenin anlam veremediği yollara başvurmalı ama Esra’nın bütün ikazlara sürekli karşı çıkıyor olması gibi ufak tefek sebeplerle ona bir türlü çok yakın hissedemedim, bir yandan kendisini ne kadar çok sevsem de Hazal Kaya’yı bu rol ile bütünleştiremedim. Verilen emek ortada, bayağı çalışılmış bir rol, ancak karakter öyle yaratılmış olmasına rağmen benim kafamdaki Esra bir türlü Hazal Kaya ve onun hal hareketleri ile bir değildi.
Böyle ard arda sevmediklerimden bahsedince diziyi yerden yere vuruyormuşum gibi gözükebilir, bu yüzden biraz da sevdiklerimden konuşmak istiyorum ve bu beni birçoğunuzun çok sevdiğini bildiğim birisine götürüyor, Halit. Selahattin Paşalı’yı Aşk101 dizisinin Osman karakteri ile tanıyıp, oyunculuğuna da, gördüğüm kadarıyla karakterine de hayran kalmıştım. Burada da, o yılların insanı olmayı çok iyi becermiş biri olarak izledik onu. Halit karakterini, takdir edersiniz ki dizinin gidişatı dolayısıyla ilerleyen bölümlerde daha çok sevdim ve bence o kadar olay arasında hayatın gidişatına hakim olan isimlerden biri olduğu, Esra gibi, Ahmet gibi kafasının karışık olmadığı ve korku içinde olmadığı çok iyi belli edilmişti. Bu konuda ona eşlik eden isimlerden biri de Sonya olmuş ve şunu söyleyebilirim ki, bu karakter kafamda birkaç soru işareti yaratmış olmasa şüphesiz en sevdiğim karakter olurdu. Aksanı, soğukkanlılığı, hal hareketleri tam bir Rus Prensesi olan Sonya’yı izlemeye doyamadım diyebilirim.

Hakkında konuşulması gereken Dimitri, Ahmet, Reşat gibi karakterler olsa da, neticesinde bu bir karakter analizi değil, dizi incelemesi. Bu yüzden biraz da dizi hakkında konuşmak istiyorum.
Şöyle ki, bu dizi henüz yayınlanmadan önce oyuncularından, dizi hakkında konuşulanlardan hep zamanda geriye gidilmiş bir dizi olmasına rağmen hiçbir kusur olmadığını, her şeyin yerli yerine oturduğunu duymuştum. Diziyi de bu hissiyatla izlemeye başlamış ve bu yüzden Esra’nın yabancı subaylara gelecekten bahsetmesi gibi durumlarda çok afallamıştım. Ancak asıl soru işaretim şu noktada oldu, ortalık çok karıştığında Reşat’ın ağzından laf almak gerekmişti ancak kendisini nasıl ikna edeceklerini bilmiyorlardı. Bu durumda Esra, onu konuşturacak kanıtı kaydetmek üzere telefonunu kullandı ve bunu 1919 yılında, o yılın Türkiye’sinde yaşamış bir adama gösterdi. Reşat haliyle şok oldu ama açıkcası ne onun tepkisi, ne de Esra’nın “Boşver onu şimdi.” açıklaması bana yetti. Şunu anlıyorum, Esra bizim günümüzde yaşamış bir insan, dolayısıyla onun aklına daha çok bizim günümüze yönelik yöntemler geliyor ancak Dimitri’nin de onca bölüm söylediği gibi “Zaman böyle bir şey değil!”. Adamcağızın bu olaydan haberi olsa kalp krizi geçirirdi herhalde. Bunun yanında, o zamanda oluşmuş bir problemi çözmek için ancak günümüz yöntemlerine başvurmaları gerektiyse ben bu zaman yolculuğunda her şeyin yerli yerine oturmadığını düşünürüm. Reşat’ı çağırıp, zorla Ahmet’in durduğu kabinde tutsalardı, buna ikna etselerdi ben bir izleyici olarak daha çok tatmin olurdum.
Bunun dışında, kendisini çok sevdiğimden bahsederken birkaç soru işaretim olduğuna da değindiğim Sonya… Onun Peride’yi öldürmek gibi bir şeye kalkışmasını anlayabildim ancak o denli soğukkanlılıkla geçmişe gelip, hiçbir şeyi de yadırgamayınca “Ben bir şey mi kaçırdım acaba?” diye düşündüm. Yani, karnı burnunda bir kadın, cinnet geçirirken bir anahtar buluyor, “Yahu benim bebeğim var!” demeden bir geçitten atlıyor, sonra bir otelde uyanıyor ve cinnetine sebep olan kadını görüp öldürüyor. Peride’yi öldürmesini anlayabildim demiştim ya, o cinnet, sinir, öfke… Karşısına çıkınca aklına ilk bunun gelmesini anlayabiliyorum. Ancak, otelde uyanmış bir kadın, etrafına bile bakmıyor ne yapmam gerek şimdi diye, işini halledip gidiyor. Hani Firavun, Musa denizi yarınca hiç şaşırmadan peşinden gitmiş ya, bilir misiniz bilmem, aynı o hesap. Bir durup sorgulasaydı ya da anahtarın, otelin işlevlerini keşke öncesinde Dimitri ve Peride’den gizlice dinlediği tarzda bir sahneyi izleseydik. Yani, keşke Sonya ve anahtar üzerinde daha çok durulsaydı, Esra ve Ahmet’in onu bağladığı sahnede bir anahtardan bahsetmesi bana yetmedi çünkü.

Bunlardan bahsettim ama, şunu da idrak etmek gerek ki Pera Palas’ta Gece Yarısı bilim kurgu dizisi değil, yani izleyiciye her şeyi mantığa oturtmayı, bilimsel bir şeyler vermeyi amaçlamıyor. Fantastik bir dizi, dolayısıyla detayları da fantastik kurgu içerisinde oluyor. Ben yukarıda belirttiğim şeyleri, izleme zevkimi arttırması açısından gözettim, bir kusur bulmak niyetiyle değil. Bunun dışında dizide Mustafa Kemal’e ayrılan sahneler, o olmasaydı ülkenin ne durumda olacağını da görmemiz gibi oldukça güzel sahneler de vardı.
Sezon sonunda ise, kahraman ikilimizin bir bebek bulunan odada belirmesi ve bu bebeğin Esra olduğunu öğrenmemiz üzerine ilk önce Esra’nın Peride’nin kendisi çıkacağını düşündüğüm bir an oldu ancak buna kendim bile bir anlam veremeyerek gerçekten de ikiz olduklarını düşünmeye başladım. Madam Eleni’nin fotoğrafı, Halit’in Peride’nin bir ikizi olduğunu iddia etmesi gibi etkenler de bunu destekledi. Esra, bir şekilde odada kalmış ve 1995’e gelebilmiş, ancak Peride kendi zamanında kalmış olabilir, bilemiyorum… Ben çekmedim diziyi.
Yine de biz gerçeği en sonunda hep birlikte göreceğiz, sezon sonuyla birlikte diğer sezonda daha kişisel konulara değinileceğini anladık, bu yüzden umuyorum yeni sezon da oldukça akıcı bir şekilde ilerler, çünkü ben hangi yıllara gideceğimizi ve kimleri göreceğimizi çok merak ediyorum.
Bu arada, bitirmeden şunu da ekleyeyim, rica ediyorum. Pera Palas’ta Gece Yarısı’nın 2. Sezonu beklerken kaldığınız otele, odasına, anahtarına oldukça dikkat edin arkadaşlar. Zira bu devirde insan odasına bile güvenemiyor.
Siz ne düşünüyorunuz? Pera Palas’ta Gece Yarısı’nı beğendiniz mi?