Bir Marvel filmi daha sonunda vizyona girdi, ben de hemencecik sinemaya koştum ve biletimi alıp filmi izledim. Film, Asyalı bir castten oluşması dolayısıyla hem Marvel evreni için hem de Hollywood için önemli bir film. Ayrıca filmin gişesi, gelecek Marvel filmlerinin kaderini de belirleyecek, film bu açıdan da Marvel için çok önemli. Yazıya kısa bir şekilde konusundan bahsederek başlamak istiyorum: Shang Chi and the Legend of the Ten Rings, Amerika’da valelik yapan Shaun’un bir gün otobüsteyken ona annesi tarafından verilen kolyenin çalınmasıyla başlıyor. Bu kolyeyi ondan çalan adamın patronu ise Shaun’un babası, yani Iron Man filmlerinde gördüğümüz Mandarin’in gerçek versiyonu.
Yazımızın sesli halini dinlemek isteyenler için de videomuzu şöyle bırakalım:
Film birbiri ardına bana biraz fazla uzatılmış gibi gelen aksiyon sahnelerinden oluşuyor ve ikinci yarıda da bol bol fantastik unsur ekliyor. Dövüş sahnelerinin koreografisine bayıldım. Filmin görsel efektleri Shang Chi ‘den bir önceki Marvel filmi Black Widow’a kıyasla çok daha iyiydi, ikinci yarıda göze çarpan birkaç yer vardı ama bunlar da çok büyük problem değildi. Görsel olarak izlemesi çok keyifli bir filmdi. Filmin soundtrackini beğendim. Bazı oyunculukları beğendim, bazılarını ise pek beğenemedim. Filmin çoğunda günlük kıyafetler giyiyorlardı, filmin sonlarına doğru ise kostümlerini gördük ve son sahnenin kostümleri çok hoşuma gitti. İlk after crediti çok sevdim, ikincisini de ilki kadar olmasa da beğendim. Filme genel bir bakış atacak olursak 3/5lik, Marvel’ın her filminde uyguladığı formülü uyguladığı bir filmdi. Eğer değişik bir iş beklemiyor ve beklentilerinizi yüksek tutmuyorsanız, klasik aksiyon filmlerinden hoşlanıyorsanız bu filmden de zevk alacağınıza eminim.

Bu kısa, genel bakışımızın ardından filmi biraz da spoiler vererek eleştireceğim. Eğer filmden spoiler yemek istemiyorsanız, okumaya devam etmenizi tavsiye etmem.
Bu filmde diğer filmlere göre daha fazla ve daha uzun aksiyon sahneleri mi vardı, bana mı öyle geldi? Filmi izlerken her beş dakika kavgasız dövüşsüz geçen sahne için on beş dakika aksiyon sahnesi izlemek zorunda kalıyormuş gibi hissettim. Bu sahnelerin koreografilerini üstte de dediğim gibi çok beğendim ve izlemesi de keyifliydi ama aynı sahne uzadığı zaman sıkıcı gelmeye başlıyordu. İlk tren sahnesinde “Bu sahne ne zaman bitecek artık?” diye düşünmeye başladığımdan bir-iki dakika sonra bitirdiler, daha fazla uzatmamalarına sevindim. Filmin yüzde altmışı aksiyon, yüzde yirmisi flashback sahnelerinden oluşuyor. (Flashback ve aksiyon birleşimi olan, Shang Chi’nin anne ve babasının tanıştığı sahneyi çok sevdiğimi eklemek istedim.) Geri kalan yüzde 20’sinde de Shang Chi karakterinin Ned’i, Awkwafina’nın karakteri Katy bizi eğlendiriyor.
Katy demişken biraz da karakter ve oyunculuklardan bahsedelim. Awkwafina, ana karakterin komik ve şapşik yakın arkadaşını oynuyor, karakterine bir derinlik yaratmak için ailesiyle olan bir sahne koymuşlar ama karakterinin pek bir derinliği yoktu. Tıpkı Peter’ın komik-şapşik yakın arkadaşı Ned gibi. Xu Xialing’in hikayesinin feminist temelleri vardı ve ben bundan çok hoşlandım. Ailesi ve karşı cins tarafından sürekli dışlanmış, kendini eğitmiş ve 16 yaşında kendi imparatorluğunu oluşturmak adına yola çıkmış birisi.

İkinci after-creditte Ten Rings’in başına geçtiğini görüyoruz, ileride neler yapacağını çok merak ediyorum. Ayrıca Xu Xialing’i oynayan oyuncu Meng’er Zhang’in de ilk filmi, buna ve Simu Liu’nun oyunculuğuna bakarak kendisi iyi buldum. Shang Chi karakterini, diğer karakterlere göre daha zayıf ve daha az ilgi çekici buldum. Simu Liu ortalama bir oyunculuk sergilemiş, oyunculuğunu göstermesi için çok fırsatı da olmadı zaten filmde. Tony Leung’u beğendim, filmlerini izlemiş olanlar kendisinin ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu bilir zaten. Karakterine, yani asıl Mandarin’imiz Xu Wenwu’ya gelirsek ben kendisinin terapiye gitmesi gereken biri olduğunu düşünüyorum. Filmde en başta karakteri sadece para ve güç isteyen bir kötü adam gibi gösterdiler, daha sonra aniden bir dönüş yaparak sadece karısını geri isteyen bir baba olarak gösterdiler. Bunun muhtemelen ondan daha fazla hoşlanmamızı ve ölüm sahnesinde üzülmemizi sağlamak için yaptılar ama bu iki uç kişilik bende sadece bir boşluk hissi yarattı. Karakterden nefret etmedim ama sevemedim de, öldüğünde “Oh sonunda!” demediğim gibi oturup ağlamadım da. Bunu kötü bir şekilde algılayabilirsiniz çünkü sahte Mandarin’in öldüğünü sandığım sahnede rol yaptığını açıklayana kadar gözlerim dolmuştu bile. Yanılmıyorsam adının Morris olduğunu hatırladığım o hayvan çok tatlıydı. Filmdeki fantastik yaratıklar Asya mitolojisinde çok önemli olan ve halk için bir anlam ifade eden yaratıklar olmasına rağmen herkesin zevk alması için öylesine canavarlara dönüştürülmüş.

Filmde karakterler Amerikan tarzıyla yazılmışken filmin ilerleyişinin ve ortamının Asya sinemasına daha yakın olduğunu görüyoruz. Bunun sebebinin global izleyiciye daha keyifli ve anlayabilecekleri bir deneyim sunulmak istenmesi olduğunu düşünüyorum. Bir nevi “Karakterlerimizi size alıştığınız gibi sunalım, filmin de Çin’de geçtiğine ve Çinli karakterlerin olduğuna sizi inandıralım yeter.” der gibi. Bu iki kültürün filmin her alanında birbirleriyle harmanlanmasını tercih ederdim, Awkwafina’nın başrolü oynadığı The Farewell (2019) filmindeki gibi.
Filmin adının “On Halka Efsanesi” olmasına rağmen halkaların geldiği yerden neredeyse hiç bahsedilmedi, Wenwu yolda giderken bir gün görmüş de “A bunlar parlıyor, kesin bir şey yapıyordur bunlar.” deyip almış gibi hissettim. Evet, ilk after credite bakılırsa diğer filmde bu on halkanın geliş yeri filmin asıl konusu olacak ama bu filmde de uyduruk kıytırık bir şeymiş gibi bahsedilmeseydi çok daha sevinirdim.
Siz film hakkında ne düşündünüz, filmi beğendiniz mi?