“Ben, büyümenin ve dünyayı yorumlamanın acı verici komedisini keşfetmek istiyorum. Hatalarımız ve yetersizliklerimize rağmen, acıya ve kalp kırıklıklarına rağmen hala gülecek yerimiz olduğuna inanıyorum.”
Taika Waititi
Marvel filmlerini takip ediyorsanız Thor: Ragnarok’un yönetmeni olduğunu ve bu sayede neredeyse bir gecede çok bilinmeyen, bağımsız bir yönetmenden Hollywood’un bilinen yönetmenler arasına girdiğini de biliyorsunuzdur. Tabii ki Jojo Rabbit (2019) filmiyle oscar alan ilk Maori yönetmen olması ve The Mandalorian dizisinde yönetmenlik yapması da ününe ün kattı. Taika Waititi ’nin kendi tarzı, Yeni Zelanda sinemasının kendinden (Taika, Yeni Zelandalı) geliyor aslında. Yeni Zelanda sinemasının komedi anlayışı, Taika’nın filmlerinde olduğu gibi sıradanın (“Günlük hayattaki saçma olayları çok göz ardı ediyoruz, insanlar bu olayları sinematik olarak düşünmüyor bile.” diye düşünüyor Waititi) ve pek de iç açıcı olmayan durumların içindeki komediyi gün yüzüne çıkarmak. Taika’nın filmlerini Hollywood’un geri kalanından bu kadar ayrı kılan şey, üzücü olayların içindeki komediyi görebilmesidir.
“Eğer birisi bana filmlerimin nasıl olduğunu sorsaydı onlara verebileceğim en iyi cevap filmlerimin dram ve komedi arasında bir dengede olduğunu ve insanlığın sakarlıklarını konu aldıklarını söylemek olurdu.”
Taika Waititi

Eğer filmlerini izlerken dikkat ettiyseniz, filmlerinin ana karakterini genel olarak komik bir şekilde tanıttığını görebilirsiniz. Bu izleyicilerinin karakterleri umursamasını sağlamak adına çok zekice bir hareket çünkü karakterlerle beraber gülmemizi sağlamak, empati yapıp karakterin başına gelenlere onunla beraber tepki vermemizi kolaylaştırır. Waititi, bizlere karakterlerini komediyi kullanarak tanıttıktan sonra daha derin konuları incelemeye geçiyor. Ama bu derin konular, nasıl filmi çok karanlık bir filme dönüştürmeden incelenebilir? İşte Taika Waititi’nin kendine özgü komedi tarzı burada devreye giriyor.
Two Cars, One Night (2003) isimli Oscar adaylı kısa filminin başarısından sonra yolu açılan yönetmenin ilk uzun metraj filmi Eagle vs Shark’ta (2007) iki yabancının tuhaf bir biçimde aşkı bulmaya çalışmasını izliyoruz. Bu filmde başkarakterlerimiz Lily’nin yalnızlığına ve Jared’ın başarısızlıklarına tanık oluyoruz. Bu hüzünlü ortamı komedi unsurları ekleyerek yumuşatmayı başarıyor Waititi, hayatın bizleri en üzücü durumlarda bile güldürmeyi başarmasını da bu sayede filmlerine taşımış oluyor. İşte size bir ilginç bir bilgi: Bu film “duygusuz”, “ruhsuz” diye tanımlanan komediye alışkın olan Yeni Zelandalılara bile ağır gelmiş. Bu eleştirilerden sonra Taika’nın sonraki işleri için formülünü değiştirerek ciddi konulardaki absürtlüğü daha fazla bulmaya başladığını görebiliyoruz.
“Thor ve Hulk’ın kavgadan sonra yatakta oturup hisleri hakkında konuşmasının komik olduğunu düşündüm. Bu çok abartılı karakterlerin hepimizin konuştuğu konuları konuşmasındaki saçmalığı görebilirsiniz. Bu, bizim daha çok sıradanın komikliği dediğimiz şey.”

Taika’nın karakterleri daha çok sıradan durumlardaki abartılı karakterlerden oluşuyor. Mesela Jared, kendine göre intikam arayan soylu bir savaşçı ama gerçek hayatta aslında sadece hayatını yaşamakla meşgul olan utangaç birisi. Ama bu karakter o kadar direkt ve “ruhsuz” oynanıyor ki neredeyse dünya görüşüne bizi de inandırıyor. Ama Waititi, komediyle karakterin görüşlerinin ne kadar absürt olduğunu sürekli yüzümüze vuruyor. Waititi bu abartılı karakterleri sıradan durumlara sokarak daha karmaşık konuları incelemek için kendine de bir fırsat doğuruyor aslında. Bizlere küçük şeyler hakkında endişelenmememiz gerektiğini söylüyor, böylece filmlerindeki ciddi problemlere tüm dikkatimizi vermemizi sağlıyor.

Boy (2010) filmi, Taika’nın en bilinen filmlerinden birisi. 1980’lerin kırsal Yeni Zelanda’sında şu ana kadar hayatında var olmayan babası geri dönen bir çocuğun hikayesini anlatıyor. Boy filmi, babasının yokluğunu onun kahramanımsı şeyler yaptığı için yanında olmadığını hayal eden bir çocuğun gözünden anlatılıyor ve bizi gerçeklik ile hayal dünyası arasında taşıyor. Hayallerin güzelliği ve gerçekliğin acımasızlığı, Taika’nın üzgün ve mutluyu dengeleme tarzının bu filmdeki yansıması. Ben, filme tam anlamıyla bir trajedi demezdim – trajik bir hikayesi olmasına rağmen. Bu film benim için daha çok sevginin, hayal kırıklığının ve umudun birleşimidir. Waititi’nin bana bu trajik hikayeyi bir trajedi olarak hissettirmemesi (muhtemelen filmi izleyen çoğu kişiye böyle hissettirmiştir) bence onun yapmaya çalıştığı şeydeki başarısının bir kanıtıdır. Hunt for the Wilder People (2016) ve Jojo Rabbit (2019) de Taika’nın hüznü komediye başarıyla çevirdiğini gördüğümüz filmlerdir. Bazıları ciddi durumları komediye çevirmenin, durumun tüm ciddiliğini ortadan kaldırdığını düşünebilir ama ben bu düşünceye katılmıyorum. Bir durum ciddi, önemli olup komik bir şekilde incelenebilir. Yukarıda bahsettiğim filmleri ele alalım. Eagle vs Shark ruhsal hastalıkları anlatıyor, Boy kırsaldaki fakirliği ve çocuk ihmalini anlatıyor, Hunt for the Wilder People çocuk esirgeme kurumlarına yapılmış bir eleştiri. Evet bu filmler belki de temkinli, çok ciddi ve ağır bağışlı filmler değil ama yine de ciddi konuları başarılı bir şekilde ele alıyor. Yani bu filmler komik olabilir ama bakıp bu filmlere sadece komedi diyebileceğimizi sanmıyorum. Ciddi konular tabii ki saygıyla ele alınmalı ama ağır bir şekilde işlenmelerine gerçekten gerek var mı?

Hunt for the Wilder People’da ana karakterimizin çocuk esirgeme kurumundaki arkadaşının ölümünü anlattığı, komediye yer olmayan bir sahne izliyoruz. Sahnede herhangi bir şaka yok çünkü ortada şaka yapılacak bir durum yok. Taika, bir sahneyi komedi uğruna harcamaya korkmuyor ama sahneyi komediye sadece o karakter ve sorunlarına hak ettiği saygıyı verebilecekse harcıyor. Filmler komik olsa bile komedi direkt olarak bu daha derin ve karanlık konulardan gelmiyor yani. Sorunlar sadece hikayeyi ve karakterlerin içinde yaşadığı durumu oluşturuyor, komediyse içine düştükleri durumlardan geliyor.
Filmlerindeki çoğu ana karakterin çocuk olduğunu fark etmişsinizdir. Bu bir tesadüf değil. Taika, dünyayı daha masum olan çocukların gözünden işlemeyi seviyor. Jojo Rabbit filminde Jojo’nun gözlerinden dünyayı görmemiz mesela. Hitler ve soykırım konusu belki de dünyadaki en ciddi ve önemli meselelerdendir ancak Taika, diğer yönetmenlerden farklı bir şekilde bu durumu ağır değil de komik bir şekilde anlatıyor. Desteklediği ideolojinin neye sebep olduğunu uzun bir süre fark etmeyen masum bir çocuğun gözünden. Yine de filmde bazı kareler ve diyaloglar sayesinde annesinin ve Elsa’nın yaşadıklarını ve durumun ciddiyetini bize hissettirdiği anlar yaşıyoruz, bu sahnelerde dram kısmı komediye ağır basıyor ve filmi tamamen bir komedi filmi olmaktan uzaklaştırıp komedi-dram dengesini sağlıyor. Taika, dünya hakkında henüz gerçek bir fikri olmayan ve dünyanın acımasızlığını fark etmeyen masum çocukların gözünden bize olayları anlatmayı tercih ediyor. Yazıda bahsettiğim “Two Cars, One Night”, “Boy”, “Hunt for the Wilder People” filmlerinin başkarakterleri de çocuklar. Çocuk bakış açısı sayesinde Taika, olayları çok daha kolay bir şekilde komediye çevirebiliyor.
Evet, dünyada kötülük var. Tıpkı Taika Waititi’nin filmlerinde de olduğu gibi. Ama iyilik ve kahkahalar da var, dünya sadece karanlık bir yer değil, demeye çalışıyor bize Taika Waititi. Tek gereken içimizdeki çocuğu dışarıya çıkarıp içinde bulunduğumuz bu hüznün, bu acının içindeki mutluluğu ve absürtlüğü keşfetmek.
Siz Taka Waititi filmlerinden memnun musunuz? Ciddi olaylardaki komedi işleyişini nasıl buluyorsunuz?