Selamlar yıldızsızlar! Bugün size en sevdiğim anime diyebileceğim birkaç yapımdan biri olan ve adını söylerken tekerleme söylüyor hissi veren Tengen Toppa Gurren Lagann isimli animeden bahsedeceğim. Daha adını okumaya çalışırken pek çoğunuz yazıyı kapattı biliyorum ama kalanlarla bu güzel animenin neden bu kadar değerinin altında ilgi gördüğünü konuşalım istiyorum. Burada sizi animeyi izlemeye ikna etmeye çalışmayacağım çünkü spoiler vermeden anlatması biraz dert bir konuya sahip açıkçası. Spoiler olan kısımda uyaracağım, şimdilik güvendesiniz!
“Neden böyle uzun uzun Japoncasını yazıyorsunuz ki, çevirisini yazın geçin!” diyorsanız size kötü haberlerimiz var: Bu animenin isminin çevirisi yok! Öyle aman aman bir anime izleyicisi olmasam da pek çok animenin en azından bir İngilizce çevirisi bulunduğunu fark ettim. Koe no Katachi’nin Silent Voice diye bilinmesi, Shingeki no Kyojin’in Attack on Titan olarak çevrilmesi gibi. Bazılarının direkt adı İngilizce oluyor tabi, Death Note ya da One Piece gibi. Tengen Toppa Gurren Lagann aşağı yukarı “Cenneti Delen Kızıl Yüz” gibi bir manaya geliyor. Bu ismi toplu şekilde son bölümlere kadar duymuyoruz. Bu çeviri de ismi tam manasıyla karşılamadığı gibi kelimelerin tam manası bu anlama gelmiyor (en azından reddit’teki dostlarıma bu konuda güveniyorum diyelim). Bu yüzden bir çevirisi yok benim anladığım kadarıyla. Bunun hakkında resmi bir bilgiye rastlamadım ve bu şekilde sadece orijinal ismiyle bırakılan başka animeler de var mı bilmiyorum.
Her şeyden önce Gurren Lagann bir mecha. Bunu unutmamak lazım. Yani insanlar, kocaman insan-benzeri kolu bacağı olan makinelere binip birbirlerine sanki yarınlar yokmuş gibi vuruyorlar. Tam bir kavga dövüş animesi. Yüzeysel olarak baktığınızda asla ilgimi çekmeyen bir konsept. Hep kendimi “Mecha sevmem.” derken bulurum ama bunun iki istisnası vardır: Code Geass ve Tengen Toppa Gurren Lagann. İkisi de kaliteli kurgunun üstlerindedir benim için.
Ne anlatıyor bu anime? Kısaca TTGL ya da Gurren Lagann diyeceğim çünkü yazması gerçekten yorucu, bunu kabul ediyorum.
Gurren Lagann çok uzak bir gelecekte geçiyor. İnsanlık yeraltındaki mağaralarda sıkışıp kalmış bir şekilde sefalet içinde yaşıyor ve gökyüzü diye bir kavramın dahi olmadığına inanıyorlar. İşi sadece kazı yapmak ve köyü genişletmek olan kişiler var. Yiyecek ve nüfus az. Sık sık depremler oluyor ve tavanın çökme tehlikesi dahi var. Aslına bakarsanız bir distopyanın göbeğinde başlıyoruz seriye.
Başkarakterlerimiz iki tane: Kazı yapan, çocuk yaştaki Simon ve öz olmasa da “ağabey” olarak hitap ettiği aşırı enerjik ve karizmatik Kamina. Simon sessiz ve iyi bir çocuk. İşi gücü kazı yapmak ve bu işte de iyi. Şu alttaki fotoğrafta gördüğümüz delgilerden kullanıyor. Kamina ise gökyüzünü gördüğünü iddia eden, tam erkek oğlu erkek tiplemesindeki bir karakter. Asla geri adım atmayan, tehlikelere sürekli kafa atan tipler olur ya, bildiniz mi? Tam onlardan işte, Anadolu çocuğu yani.

Yeryüzüne çıkma hayalleri kuruyor Kamina, babası zamanında çıkmış ve geri dönmemiş. Kamina da ona özeniyor ve kesinlikle yukarı çıkmaya kararlı. Berbat ve gülünesi bir plan yapıyorlar ancak çıkmayı başaramıyorlar. Sonra ne mi oluyor? Azmederek ve arkadaşlıklarının gücüne inanarak yukarıya çıkmalarını falan bekliyorsunuz ama hayır! Yeryüzü onlara geliyor!
Simon kazılarından birinde devasa mekanik bir surat buluyor ve onun yakınlarında ona ait olan delgi şeklinde bir anahtar. Yeryüzünden düşen şey ise kocaman devasa bir yüz. Yani aslında Ganmen dedikleri dev bir robot.

Ganmenler insanları avlamak için emir almış insan-benzeri yaratıklar tarafından kullanılıyor. Yeryüzüne çıkan tüm insanları katletmek zorundalar. Bundan sonrası bu yaratıklara karşı bir hayatta kalma savaşına dönüşüyor. Normalde ganmenleri sadece bu tuhaf ırk kullanabilirken Simon’un bulduğu küçük ganmeni kullanması epey ilginç bir durum olarak kabul ediliyor animenin içinde.
Şimdi gelelim asıl kısma: Delgi mevzusuna. Burada size Gurren Lagann’ı baştan sona anlatacak değilim. Yerin dibinden, basit ve büyük robotların birbirine vurduğu bir kurgudan daha fazlasına sahip bu seri. Yerin dibinde başlıyorlar gerçekten ama animenin ve daha ilk bölümün isminin de size söz verdiği gibi cenneti delip geçiyorlar. Cennet biraz mecazi ama tabiri caizse yeraltında başlayan bu basit görünümlü hikaye, galaksilerin arasındaki başka boyutlarda dönen evrensel bir varoluş savaşına dönüşüyor. Bunu da 27 bölümde yapmayı beceriyor. Ayrıca dostlar merak etmeyin bir değil, TAM İKİ TANE beach episode bile var!

Kurgunun temelini bir kez daha verelim: Bu sefer tam randıman bir spoiler ile size hikayenin özünden ve bunu neden bu kadar sevdiğimden bahsedeceğim.
İnsanlık ve medeniyetler, içlerinde bulunan temel güdü ve yetenekle gelişip büyüyorlar. Bu temelde bizden bahsediyor gerçekten: İnsanlığın yapabileceklerinin cidden sınırsız olmasından. 1870’te uçak yapmakta zorlanırken 1970’te çoktan Ay’a gitmiş bir medeniyettik. Bu anime, insanların ilerleme ve gelişme potansiyelini “spiral güç” olarak niteliyor. Spiral güç sahibi medeniyetlere de spiral ırklar deniyor. İnsanlık koca evrendeki spiral ırklardan sadece biri.
Bu ırklardan biri o kadar gelişiyor ki spiral ırkların bu sonsuz gelişimi ve ilerleyişinin evreni yok edecek “spiral nemesis”i tetikleyeceğini düşünüyorlar: Yani bir çeşit kıyamet. Bu yüzden kalan tüm spiral ırklara savaş açarak onları baskı altında tutacak büyük bir döngü başlatıyorlar. Bu ırk artık “anti-spiral” olarak biliniyor.
Dünya’nın başında zamanında anti-spirallere kaybetmiş bir spiral güç sahibi biri var: Lordgenome. Kendine “Spiral Kral” diyor ve kendilerini “kış uykusu” gibi sonsuz bir hibernasyon döngüsüne sokmuş anti-spiralleri tekrar öfkelendirmemek için insanlığı baskı altında tutuyor. Eğer insanlar bir milyon nüfusu geçerse, anti-spiraller insanlığı yok edecek. Lordgenome buna engel olmak için insanları yeraltına hapsediyor ve nüfuslarını kontrol altında tutuyor. Bunun için de insan-benzeri bir ırk olan ancak üreme yetisinden mahrum bıraktığı garip ırkı yaratıyor.

Simon diye bahsettiğimiz spiral güç sahibi çocuk asıl başkarakterimiz ve onun delgisi cenneti delecek olan delgi! Onun spiral gücü oldukça fazla ve bulduğu ganmen, Lordgenome’un kaybettiği savaşta epey kullanılan ganmen türlerinden biri, başka ganmenlerle birleşme yeteneği var. Elbette olay bu ganmenden ziyade Simon’un yoğun spiral gücünden ve daha ilk bölümlerden inşa edilen güçlü karakterinden geliyor.
Spiral güç dediğimiz şey temelde “dönmek” kavramıyla bağlantılı. Nasıl atomların içinde bir dönüş varsa, dünya kendi etrafında ve güneşin etrafında dönüyorsa; güneş kendi etrafında ve galaksimizin etrafında dönüyorsa, aynı zamanda galaksi de kendi etrafında dönüyorsa… Böyle uzayıp giden ve aralara da pek çok örnekler konabilecek bir şey bu. Spiral güç, evrenin temel işleyişiyle bağlantılı bir şey. Gözle görülemeyecek en küçük maddelerden, koskoca kozmik objelere kadar her şeyde bir dönüş var bu seri bu temeli çok güzel yakalayarak bunu ana konusu haline getiriyor.
Konu evrenin temel gücünü elde tutmak olduğundan dolayı bana kalırsa bu kadar etkileyici. İşin içinde elbette Simon gibi bir karakter, Nia gibi parıltılı ancak geç gelen başka bir başkarakter de var. Simon karakter gelişimini harika yaşıyor. Nia animeye geldiğinde resmen distopya dağılıyor. Gurren Lagann bu işi iyi beceriyor.

“Antagonist” diyebileceğimiz kişi, anti-spiral ırkın ortak bilincinin vücut bulmuş hali gibi bir varlık ve üstteki çizime benzeyen basit bir çizime sahip olsa da oldukça etkileyici bir karakter. Evreni yok oluştan kurtarmak gibi kendince haklı bir noktada duruyor ve spiral ırkların genişlemesine müsaade etmiyor. Bu mevzu da temel bir irade ve kuvvet savaşına dönüşerek işleniyor. Simon spiral gücünü en sonuna kadar kullanıyor ve anti spiral de aynı şekilde karşılık veriyor.
Peki Gurren Lagann mükemmel mi? Eksikleri var mı? Elbette var. Ben gözü kapalı 10/10 puan verecek olsam da eksiklerinden bahsetmeyecek değilim. Anime olmasının getirdiği başlı başına eksiler bile mevcut. Gereksiz fanservice izlerken biraz rahatsız ediyor dürüst olmak gerekirse. Bunun yanında olaylar çok bam bam gerçekleşiyor. Hızlı ya da temelsiz demiyorum. Bam bam! Gerçekten her şey bir şekilde dönüp dolaşıp kavga ve dövüşle çözülüyor. Bunlar da bir iki olay hariç plansız, stratejisiz ve tamamen kimin daha kuvvetli olduğuna bakan dövüşler oluyor. Serinin temeline indiğinizde bu çok göze batan bir şey değil ama biraz eksiklik yaratmıyor diyemem.
Ben genel olarak Kamina’nın öldüğü yere kadar olan kısmı da eksik buluyorum. İlk altı bölüm biraz sıkıcı geçiyor. Beach episode dediğimiz bölümlerden biri buralarda oluyor ve Spiral Kral’ın isminin geçmesi dışında pek bir olayı yok. Spiral Kral’ın dört generali de bomboş karakterler gibime geliyor. Viral isimli karakterin gelişimine katkı yapmaktan ve Simon’un yolundaki makul ve olması gereken engellerden olmak dışında bir işlevleri pek yok. Eğer düz yazılmış evil karakterler sinirinizi bozmuyorsa, o zaman rahatsız olmazsınız. Neticede her kötü adam dibine kadar iyi kurgulanmak zorunda değil. Serilerin bazen dümdüz kötü yaratılmış karakterlere de ihtiyacı olabiliyor.

En son bahsetmek istediğim detaysa: Nia. Geç gelen başkarakterimiz. Ondan bahsetmemek animeyi neden seviyorum sorusuna eksik bir cevap vermek olur. Animeye bağlanma ve bu kadar etkilenme sebeplerimden birinin Nia olduğu su götürmez bir gerçek. Geldiği bölümler Simon’un ve direkt insanlığın Kamina’nın ölümünden ötürü umut ve motivasyon olarak dipte olduğu bir yer. Anime bile bunu renkleriyle gösteriyor. Nia ortaya çıkıp ismini söylediğinde tüm renkler geri dönüyor neredeyse. Dipte olan Simon toparlamaya başlıyor ve Nia onu daima pozitif yönde etkiliyor. İnanılmaz iyi bir kalbi, bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjisi var. Tam bir must protect karakteri desek yeri. Animeye kattığı enerji ve ikinci yarıda doldurduğu rol gerçekten önemli. Ayrıca Simon ile Lagann’da birlikte oturdukları ve Lagann’ı birlikte kontrol ettikleri sahneler olmasa nasıl yaşardım, bilemiyorum.
Toparlayacak olursak TTGL müthiş kurgusu ile şu an sahip olduğundan daha büyük bir ilgiyi hak ediyor bence. Tatmin edici ve güçlü bir sonu var. Spiral güç teması ve evrenin temel işleyişinin basitliğinden çıkan dövüşler ve mücadeleler bana oldukça anlamlı geliyor. Ayrıca temelde bastırılmış ve ezilmiş bir tarafın sıfırdan başlayarak büyük güçlü kötüleri yendiği hikayelere bayılmaktan kendimi alamıyorum. Siz ne düşünüyorsunuz TTGL hakkında? Size de bana geldiği kadar underrated geliyor mu bilmiyorum ama en azından kült bir fan kitlesine sahip. Umarım siz de en az benim kadar keyif alıp etkilenmişsinizdir. Diğer yazılarımızda görüşmek üzere yıldızsızlar!