The Killers çok sevdiğim bir grup, hatta dürüstçe açıklayayım: Kendilerinin fanıyım. The Killers’ı ucundan tanımayan insan bulmak büyük ihtimalle çok nadirdir, zira hit şarkıları Mr. Brightside’ın namı gruptan önde yürüyor. Hatta büyülü bir şekilde çoğu insanın bu şarkının sözlerini bildiği de rivayet edilir, bunun şakası çok dönüyor ortalıkta. Yine de kısaca tanıtmak gerekirse şu şekilde söyleyebiliriz: Kendileri Las Vegas çıkışlı bir grup; Brandon Flowers vokalde, Dave Keuning gitarda, Mark Stoermer bas gitarda ve Ronnie Vannucci bateride. Hot Fuss ile 2004’te müzik sahnesine çok hızlı bir giriş yaptılar, unutulmaz single’lara imza attılar ve bu Sam’s Town (ki kişisel favorimdir) ve Day and Age ile devam etti. Sonrasında kendilerinin bir türlü eskisi kadar tutunamadığı bir gerçek, grup üyeleri toplanıp müzik yapmakta zorlandı, aralar verildi. Bu karmaşık yıllarda Battle Born ve Wonderful Wonderful çıkardılar sırasıyla. Kuvvetli single’lara sahip olsa da diğerleri kadar tutulan albümler olmadı bunlar. Ve geçen yıl Imploding the Mirage’ı yayınladılar. Çoğu fanı ve kritiği sevindirdiler bu albümle.
Ve şimdi, sadece 1 yıl sonra yine Ağustos ayında yepyeni ama bu sefer bir “konsept albümle” geldiler karşımıza: Pressure Machine! Her ne kadar önceki albümlerinin bir konsepti olsa da bu, konsept albüm adını güvenle koyabildikleri ilk albüm! Jenerik bir şekilde bu albümün Springsteen’in Nebreska’sının esintilerini içerdiğini, The River’ı da bir ucundan tuttuğunu anlatmayacağım. Bu biraz daha kişisel bir inceleme olacak ve konseptten, hikayeden, lirizmden, müziklerden bahsedeceğim.

The Killers single’larıyla öne çıkan bir gruptu şimdiye kadar. Özellikle stadyumları patlatacak, binlerce insanın bağıra bağıra söyleyeceği büyük, arena-rock şarkılar çıkarmayı sevdiler. Lock-down’ın getirdiği kısıtlamalar nedeniyle Imploding the Mirage’a tur düzenleyemeyen grup bu tarz şarkılardan sıyrılıp bambaşka, daha akustik, daha az “ben büyüğüm!” diye bağıran şarkılara yönelmiş. Konsept albüm başlığını da tamamen sırtlamışlar. Brandon Flowers (vokal)’ın ergenliğini geçirdiği küçük bir kasaba olan Utah’ın Nephi’ından karakterlerin hikayelerini anlatan bir kolaj olan bu albümün şarkılarının çoğu, yerel insanlarla yapılan bir röportajla başlıyor ve böylece şarkıda anlatılan hikayeler gerçek sözlerle bütünleşiyor; otantik, çok daha inanılası, daha da bütün bir yapı çıkıyor ortaya.
Ve West Hills ile açılışı yapıyor albüm. The Killers zaten açılış şarkılarıyla ünlüdür, kendilerinin kötü bir giriş şarkısı yaptığına şahit olmadım. Bu şarkı da aynı geleneği sürdürüyor. Muhteşem bir açılışla albümün tonunu ortaya koyuyor, bu albümün karanlık enerjisini haykırıyor resmen o gitar ve piyano riffleri. Ve nakarattaki o melodi, tek kelimeyle muhteşem. Kendinizi haykırırken buluyorsunuz, özellikle ikinci “Free” deyişinde Flowers’ın arkadaki melodiyi takip etmesi eşlik etmek için can atacağınız bir an oluşturuyor. Eşlik edilebilirliği bu albümde fazlasıyla düşürmeleri açıkçası çok hoşuma gitti, bunu da not düşeyim. The Killers gibi bir grup için çok cesur bir hamle, albümün ne olduğu konusunda kesin bir karara sahip olduklarını da gösteriyor: Bu albüm dinlemek için, haykırmak için değil!

Quiet Town takip ediyor bu şarkıyı, ve Brandon Flowers’ın kalbinde uzunca bir süre yara olarak kaldığını ve travmayı hala atlatamadığını söylediği bir hikayeyi anlatıyor bu şarkı: Nephi’da tren kazası nedeniyle ölen çocukları anlatıyor. En baştaki röportajdaki kısmı da tren çarpmasıyla ölen insanlardan bahsediyor nitekim. Nephi gibi küçük bir kasaba için çok büyük bir trajedi. Yine de şarkıdaki acı gerçeğe rağmen, şarkı görece yüksek denebilecek bir enerjiye sahip. Bu da tüm karanlık tona rağmen umut kırıntılarının da bize acı hikayeler boyunca eşlik edeceğini işaret ediyor.
Terrible Thing, ise intihar eden eşcinsel bir gencin perspektifinden yazılmış bir şarkı. Küçük bir kasabada eşcinsel olmanın zorluğunu, deneyimin acılığını ortaya koyuyor. “I’m in my bedroom on the verge of a terrible thing” sözleri açıkça, yalınca ama vurucu bir şekilde ortaya koyuyor şarkının anlattığı trajediyi. Takip eden Cody tam bir tezat oluştururcasına, kasabanın tehlikeli, suça karışan delikanlılarını eğlenceli bir şekilde anlatıyor. Albümün enerjisi en yüksek şarkılarından biri ve dinlemesi çok zevkli; şarkıdaki ironik sözler de eğlencesine eğlence katıyor, “Cody says he didn’t start the fire, His parents know he probably did” sözlerinde olduğu gibi.
Albümdeki diğer bazı güzel şarkılar ise In the Car Outside, In Another Life, Pressure Machine. Bu şarkılarda kesinlikle The Killers’dan beklediğimiz single’lık şarkı potansiyeli var. Kendi başlarına da dinlemesi çok eğlenceli. In Another Life’dan kişisel olarak Sam’s Town ve Battle Born havası aldığımı söylemek durumundayım. Read My Mind şarkısında gördüğümüz kendine güvensiz, romantik aşık sanki küçük bir kasaba bağlamında, bu sefer aşkını geri kazanmak için değil de ilişkisinin ve hayatının içinde bulunduğu durumu sorgulamak için haykırıyormuş gibi geldi bana, Battle Born’dan alışkın olduğumuz tınılar da orada bu hikayeye eşlik ediyor.

Son olarak Pressure Machine’deki transa geçirecek güzellikteki vokallere ve keman kullanımına değinmek istiyorum. Brandon Flowers’ın genel olarak bu albümde vokal olarak kendini sonuna kadar kullandığını, çeşitli deneyler yaptığını itiraf etmek gerekir ama özellikle albümle aynı adı taşıyan bu şarkıda nakaratlarda kullanılan falsetto, mükemmel bir tat bırakıyor kulakta. Sonundaki enstrümantal kısımda kullanılan keman ise çok ama çok yakışmış şarkıya. Özellikle Desperate Things gibi aile içi şiddet ve bir cinayetin anlatıldığı ve üçüncü kısma doğru aşırı gerilen, distorsiyonu sonuna kadar açılmış gitar seslerinin kullanıldığı ağır ve karanlık şarkıdan sonra ilaç gibi geliyor.
Kısacası Pressure Machine çok güzel, cesur ve farklı bir The Killers albümü olmuş. Belki daha fazla karanlığı kucaklamalarını dileyebilirdim kendilerinden —sözler bazen trajedilerin büyüklüğünü yansıtmıyor gibi gelebiliyor— ama hissettikleri böyle ise eğer, bunu dilemenin anlamı ne? Ne kadar karanlık temalara değinseler de sözler, umudu mutlaka haykırıyor. Kasabanın her türlü trajedisinde, uyuşturucu kullanımı, fakirlik gibi sorunlarının yanında hala hayatın devam ettiğini bize tatlı tatlı anlatıyor. Imploding the Mirage gibi stadyumlara sığamayan bir albüm olmaya çalışmaması açısından benim için ekstra değerli oldu bu albüm, çok ama çok daha büyük hissettirdi. Zaten öyle değil midir hep? Zorlamaktan hayır gelmez, sadelikte ve basitlikte büyük bir güç yatar.
Peki siz ne düşündünüz bu albüm hakkında? Sevdiniz mi? Yorumlara bekliyorum.