Video oyunlarının filme uyarlanmalarını çok mantıklı bir fikir olarak bulmayan biriyim. Yirmi saatlik, interaktif bir hikayeyi alıp iki saat sınırlaması olan ve o deneyimi eğlenceli kılan şeylerden biri olan etkileşim özelliğinin bulunmadığı bir medya türüne uyarlamaya çalışıldığında muhakkak ki ana materyalin büyük bir kısmı kaybolacak ve ortaya çıkan eser kesinlikle tatmin edici olmayacak. Uncharted filminden ilk fragman geldiğinde “aha, yine rezil rüsva bir şey geliyor.” demiştim kendi kendime. Tom Holland’ı genç Nathan Drake olarak az buz görebiliyordum, ama özellikle Mark Wahlberg’ü Victor Sullivan rolüne yakıştıramamıştım, ki bunda Mark Wahlberg’ün çok sevdiğim bir oyuncu olmaması da etkili olabilir. Fragmanları izledikten sonra kendimi kötü bir Uncharted uyarlaması, ama beynimi iki saatliğine kapatabileceğim dümdüz bir hazine avı filmine hazırladım ve sıfır beklentiyle girdim. Ama film tüm beklentilerimi aşarak beklediğimden çok daha kötü bir film olmayı başardı.
Film, New York’ta bir barmen olarak çalışan Nate Drake ve uzun zamandır bu hırsızlık işlerinde bulunmuş üçkağıtçı Victor “Sully” Sullivan’ın, Sully’nin Nate için şahsi önem taşıyan bir soygunla alakalı bir ipucu bulduğunu söyleyerek Nate ile Magellan’ın kayıp hazinesini aramaya çıkmalarını anlatıyor. Kendilerince Uncharted 3’te Nate ve Sully’nin ilk tanıştığı flashback kısımlarını alıp, üçüncü ve dördüncü oyundan da hikaye etmenleri ve aksiyon sekansları ekleyerek bir hikaye anlatmaya çalışmışlar. Hikayenin genel özeti bu, daha da fazla bir şey yapmaya çalışmamışlar. Filmi isterseniz önce bir Uncharted uyarlaması olarak, sonra da normal bir film olarak ele alalım.

Uncharted uyarlaması olarak baktığımızda, bu film tam bir hüsran. Bize Nate Drake (evet Nate, Nathan da değil. Elemana karpostal yolluyorlar, tam adı olarak Nate yazıyor) diye izlettikleri karakter Nathan Drake değil, Sully diye izlettikleri karakterse Sully değil. Karakterler ve hikaye fikirleri Uncharted serisinden geliyor evet ama filmi izlerken Uncharted değil de Uncharted’ın bir yabancı diziden uyarlanmış ama ellerindeki kaynak bitince herkesi herkese aşık edip otuzar dakika bakıştığı bir Türk dizisi uyarlaması izliyormuş tadı veriyor. Misal, tırmanmak ve parkur Uncharted oyunlarında çok bilindik bir mekaniktir ve filmde Nate’in bir yere tırmandığı tek yer son yarım saatte falan oluyor. O kadar garibime gitti ki filmdeki arkadaşıma dönüp “Nate’in tırmandığı ilk yer burası mı yoksa ben mi bir yeri kaçırdım?” diye sormuştum. Burada da oyunlarla özdeşleşmiş bulmacalar ve epik sekanslar var elbette. Ama antik bir lahiti açan bulmacayı çözüp havadaki bir uçaktan düşmemeye çalışırken silahlı adamlarla çatışmamızla aynı şeyleri Tom Holland’ın yapmasını izlemek tamamen farklı şeyler.
Film olarak baktığımızda Uncharted yine sınıfta kalıyor. Filmde akılda kalıcı hiçbir şey yok. Parlayan oyunculuklar yok, duygusal anlar yok, güzel bir görüntü yönetmenliği yok, karakter yolculuğu diye bir şey yok, bomboş. Tomb Raider filmi de oyununun verdiği hissi tam olarak veremeyen bir filmdi ama en azından o filmi izlerken sıkıntıdan saçımı yolmak istemeyecek kadar kendimi filme verebiliyordum. Filmde güya Nate ve Sully’nin nasıl bildiğimiz Nate ve Sully olduklarını izliyoruz, ama ikisi arasındaki dinamik gram değişmediğinden bunu asla hissedemiyoruz. Bir önceki sahnede duygusal bir an yaşansa bile karakterler bunu iplemiyor, bir sonraki sahnede film boyunca nasıllarsa o şekilde ilerlemeye devam ediyorlar, aralarındaki bağın geliştiğini hissedemiyoruz.
Ana karakterlerimiz arasındaki bağdan konuştuk, peki ya ana karakterlerimizin kendileri nasıl? Çok sıkıcı. Tom Holland elindeki malzemeyle elinden gelenin en iyisini yapmış, orada hakkını vereyim. En azından filmde kendisine “Tom” demeyeceğim kadar karakteri oynayabilmiş. Ama Mark Wahlberg’ün Sully olarak performansı o kadar rezildi ki… Sully oyunda da ağzı laf yapan, kurnaz bir hırsızdı ama tek karakter özelliği bu değildi. Nate’e değer veriyordu, arada onunla duygusal anlar yaşıyorduk, bir karakter olduğu, kurnaz bir hırsızdan daha fazlası olduğu hissediliyordu. Bu filmde bu Sully’den eser yok. Tüm film boyunca “altınım da altınım, ben çok iyi bir hırsızım kimseye güvenme, para için girdim ben bu işlere, sen daha dünkü bebesin ben çok kurnaz hırsızım” kafasında takılan biri sadece. Ve Mark Wahlberg gerçekten Sully karakteri için en kötü seçim olduğunu kanıtladı bu filmde. Sete gelip laflarını söyleyip çıkmış resmen, gram efor hissedemedim. Filmdeki karakterler ona ne kadar Sully dese de ben perdeye baktığımda sadece Mark Wahlberg gördüm, hatta ekrana her çıktığında gözlerimi kaşıkla oymak isteğim arttı (kendisine bu filmden önce de antipati duymamın da etkisi var birazcık). Ve biz bu karakterlerle bir saat elli altı dakika geçirdik.

Senaryo açısından da öne çıkan bir şey yok. Filmin ilk yarısı aksiyon sekansı – hikayeyle alakalı bir şeyler anlatma – aksiyon sekansı şeklinde ilerliyor, ikinci yarıyı neredeyse hatırlamıyorum bile. Duygusal bir ya da iki yer konmaya çalışmış ama iki dakika sürdükleri ve bittikten sonra karakterlerin o sahneyi yaşadıklarını adeta unutmaları yüzünden onlar da fos çıkıyor. Yan karakterler silik, bana filmin kötüsünün adını sorsanız söyleyemem. İşin komik yanı, bu karakteri derinleştirmek için bu filmde çaba sarf ettiklerini görüyoruz. Uncharted oyunlarında kötü karakterleri Nate ile etkileşime geçmedikleri zamanlarda görmezken burada kötü karakterimizin motivasyonlarını vs. açıklamaya çalışan ve sadece ona ayrılmış birkaç sahne var, ve buna rağmen izlediğim en silik karakterlerden biriydi. Kötüler için çalışan İskoç bir karakter vardı, o da olmasa ben bu filmde baygınlık geçirirdim sanırım.
Son olarak şunu söylemek istiyorum, bu filmin müzikleri vasatın biraz altındaydı. Bunu neden belirtiyorum, çünkü müzikleri besteleyen kişi Game Of Thrones, Eternals ve Iron Man gibi projelerde çalışan Ramin Djawadi’den başkası değil. Bu adam Warcraft filmi için bile hatırlanabilir bir tema müziği yazmıştı, o bile bu filmi kurtaramamış. Filmden sahneleri görünce kendisini kasmanın gerekmediğini düşünmüş olduğuna inanmak istiyorum, ben de böyle bir filme oturup mesai harcamak istemezdim. (Kefir içtim tadı güzeldi)
Bu film olmamış. Gerçekten olmamış. Ruhsuz, emeksiz, bomboş bir zaman kaybı sadece. Bu filmi izlemek yerine YouTube’dan Uncharted serisini en baştan izleyin, zamanınızı daha verimli bir şey için harcamış olursunuz. Bu yazıyı filmden çıkınca arkadaşımın dediği bir cümleyle kapatmak istiyorum: “Yirmi saati iki saate sığdıramamışlar ama iki saati yirmi saat gibi hissettirdiler”