Bazen, Antik Yunanlar birçok şeyi bizden daha derin hissediyorlardı diye düşünüyorum. Sadece “sevgi” diyebilmek için bile spesifik dört tane kelimeye sahip olan bir milletten bahsediyoruz sonuçta. Sadece bu da değil; yazdıkları mitik hikâyelerde, dinledikleri epik anlatılarda ve hatta Platon’un Sempozyum’unda bile Antik Yunanlıların bazı duyguları nasıl derinden hissettiklerini ve onlara ne gibi anlamlar yükleyip ne gibi temellere dayandırdıklarını görmek mümkün. Yunanca bir kelime olan “Oikos”, aynı “sevgi” gibi incelikli bir kelime.
Üç farklı anlamı var Oikos kelimesinin esasında: Aile, ailenin mal varlığı ve evin kendisi. Yer yer aile hayatını, yer yer ailenin kendisini anlatmak için kullanılıyor. Farklı yazılar arasında farklı anlamlara sahip, bu yüzden tam olarak “İşte bu!” diyemiyoruz Oikos için. Demiştim ya, Antik Yunanlar birçok şeyi bizden daha derin hissediyorlardı diye! Baksanıza, “aile” kavramı bile kendi içinde farklılaşıyor.
Böylesine bir konuda verebileceğim örnekler ancak Antik Yunan edebiyatının kalbinden olabilir, bu yüzden bu yazıda Homeros’un epik anlatısı İlyada ve Hesiodos’un Theogonia’sından örnekler vereceğim. Bu iki yazıda Oikos kavramı nasıl ele alınmış, aradaki farklar ve benzerlikler neler, biraz bunlardan bahsedeceğiz. Benimle misiniz?

İlyada dediğinizde aklınıza yumuşak bir yatak ve sıcak bir kahve eşliğinde sohbet eden bir aile gelmediğini varsayıyorum. Zira eğer öyleyse durum vahim. İlyada, bol bol kavga içeren bir anlatı. Adı üstünde, bir “epik” anlatı diyoruz ona. Dolayısıyla bu yazıda görmeyi beklediğimiz aile kavramının, eserin asıl anlattığı Truva Savaşı’nın tam karşısında durmasını beklersek yanlış bir beklenti içine girmiş olmayız. Demek istediğim şu ki bir tarafta savaş kopuyor, vahşet dönüyorken bir diğer tarafta her ne kadar savaşa kıyasla daha az temsil edilmiş olsa da savaşın acımasızlığından uzakta bir aile hayatı görüyoruz.
Buna en güzel örnek altıncı kitapta aslında. Hector’u hatırlıyor musunuz? Savaş meydanında acımasız, korkusuz bir kahraman olan Hector, altıncı kitapta ailesiyle konuşmaya gittiğinde apayrı birisi oluyor. Hector’un karısı Andromache, tabiri caizse ona yalvarıyor. “Savaşa gitme,” diyor. “Dönme o savaş alanına, öleceksin! Bak oğlun burada, ben buradayım, bizimle geri dön!”
Kalbi ailesinde aslında fakat aklı her zaman savaş meydanında. Savaş, onun için yalnızca şimdiki zamanın bir gerçekliği değil, ayrıca bir gelecek. “Onursuz bir hayat, yaşamaya değmeyen bir hayattır” anlayışı ile çarpışan bir savaşçı Hector. Onuru nasıl elde edecekler? Savaşarak. Bu anlayış, Truva Savaşı’nda yer alan bütün savaşçıların akıllarının bir köşesinde duran bir anlayış aslında. İşte tam olarak bu anlayıştan ötürü Hector, altıncı kitapta karısı ona savaştan geri dönmesi ve çocuğu ile bir aile olarak hayatına devam etmesi için yalvarırken onu dikkate almıyor.
Oikos’un, barışı ve huzuru sembolize ettiğini anlamamız için Hector’un Andromache’nin sözlerine kulak asmaması yetmediyse bir de şöyle bir detay veriyor Homeros bize: Astyanax, Hector’un oğlu, babası onu kucağına aldığında babasının kafasındaki savaş miğferinden korkarak ağlamaya başlıyor. Astyanax yalnızca aile saadetini biliyor. Savaş miğferi, onun için çok farklı bir gerçeklik. Yakaladınız mı Oikos kavramının nasıl kullanıldığını? Savaşın dışında kalan huzurlu hayatı sembolize ediyor Oikos. Homeros bize, Oikos kavramını savaşın soğuk gerçekliği ile zıtlaştırarak veriyor.

Hesiodos’ta ise durum çok daha farklı. Theogonia, bir savaş hikâyesi değil. Theogonia yalnızca bize Yunan tanrılarının ve tanrıçalarının şecerelerini veriyor. Yani o bir jenoloji ürünü esasında. Homeros’un epik anlatısında kanlı canlı bir şekilde var olan, hayatın içinde aktif yer alan tanrılardan yok. Theogonia, bize bir portre çiziyor yalnızca.
Böyle bir anlatıda Oikos’u nasıl görebiliriz ki? Görüyoruz, arkadaşlar. Homeros’tan çok daha farklı bir şekilde görüyoruz, Hesiodos’un anlattığı Oikos çok daha farklı oluyor.
İlyada’da tanrıların arasında da ailevi ilişkiler olmasına rağmen Oikos dediğimizde daha çok ölümlülerin aile hayatlarını göz önünde bulunduruyorduk zira savaşın ortasında huzuru sembolize etmek için tanrıları kullanmak biraz abes kaçardı, değil mi? Bu demek değil ki Homeros tanrıların aile hayatlarını da huzurlu anlatıyor. Hayır hayır, İlyada’da bir noktada Hera, Zeus’u kendi çıkarları uğruna baştan çıkartmak için Afrodit’e gidiyor mesela. Kaotik meseleler de mevcut. Eh, sanırım işin içinde tanrılar varsa böyle bir şeyin olmaması mümkün değil.
Konudan çok uzaklaştım, bekleyin, geri dönüyorum. Asıl anlatmak istediğim şey, Theogonia’da herhangi bir ölümlüden bahsedilmiyor olması. Theogonia bize çıplak gerçekliğiyle Pantheon’u veriyor. Dolayısıyla Oikos, daha çok tanrıların doğaüstü özelliklerini öne çıkartmak için kullanılıyor diyebiliriz. Buna bir örnek olarak da Athena’nın doğumunu verelim diyorum, daha eksantrik bir ailevi mesele bulabilir misiniz Theogonia’da?
Zeus, Metis’i hamile bırakıyor. Fakat sonra çocuğu Metis’in karnından çekip alıyor ve kendi vücuduna naklediyor, böylece Athena bir anne ve bir babadan değil de yalnızca bir babadan doğmuş oluyor. Oikos? Hani aile? Hector’un Andromache ve Astyanax ile olan sohbetinin yanında bu anlatının ne kadar farklı olduğunu görüyor musunuz?

Oikos, Homeros’un anlatımıyla barışı ve huzuru sembolize ediyordu. Hesiodos’un anlatımıyla ise çok farklı bir yerde görüyoruz bu kavramı, bu defa tanrıların üstünlüğünü ve doğaüstü güçlerini bize göstermek için kullanılıyor. Zeus’un ailesini görüyoruz ama Zeus’un aile huzurunu görmüyoruz. Yani, eğer Athena’nın Zeus’un kafasından bütünüyle zırhlı bir şekilde doğmasını aile huzuru olarak adlandırıyorsanız işler değişir. Tabii, tanrıların standartlarında bu huzurlu bir aile de olabilir, haklı olabilirsiniz.
Neyse, çok konuştum. Anlatmak istediğim şey, Oikos’un yani “aile” kavramının, Yunan anlatıları içinde çok farklı bir şekilde resmedilebiliyor olması. Çok ekstrem iki örnek olsa da unutmamalıyız ki bu örneklerin ikisi de Antik Yunan edebiyatının kalbinden verildi aslında. Birbirinden çok ayrı iki kitaptan değil. Edebiyat güzel şey. Bir kavramı alıp elinizde oyuncak ediyorsunuz, bir yazar ona “huzur” yüklerken bir diğeri aynı kavrama baktığında “üstünlük” görüyor. Bazen, Antik Yunanlılar birçok şeyi bizden daha derin hissediyorlar ve akabinde çok daha derin anlamlar yüklüyorlardı, diye düşünüyorum.
Diğer Yunan mitoloji yazıları için kategorimizin linkini bırakıyorum buraya!